29 Ocak 2009 Perşembe

BENDEKİ RIFAT ILGAZ / ANI

BENDEKİ RIFAT ILGAZ / ANIALİ ŞAHİN_______________________________________________
Anadolu'nun yüce bir dağıdır; Rıfat Ilgaz da Türkiyenin bir yüce ozanı, yazarı... Rıfat Ilgaz, 71 yaşına geldiğinde bile bu denli tehlikeli biri miydi? Silahların gölgesindeki Kenan Evren 'in, elinde kalem tutan birinden böylesine korkmasını anlamak olası değil...(Deniz Som, Cumhuriyet, 10.06.2001)"Şairi anmak için Kastamonu'ya gelenleri makamına davet etmiştir dönemin valisi, "Bu binaya en son 1982'de gelmiştim... 12 Eylül yönetimi babamı gözaltına almıştı ve nerede olduğunu bilmiyorduk... Dönemin valisinden yardım istemiştim... O da bilmiyordu... Babamı mezbahada bulmuştuk; ciğerlerinden hastaydı... Sonra tutuklu olarak sanatoryuma kaldırmışlardı; kapıda iki, yatağının başında iki silahlı asker bekliyordu..." diye anılarını tazeliyor oğlu Aydın Ilgaz merdivenlerden çıkarken...12 Eylül faşist cuntasının, sessiz sedasız geldiği ilçelerden biri olan Cide'de yaşayan Şair Rıfat Ilgaz'ın kapısı bir gece askerlerce çalınır. O sırada çalışma masasında Yıldız Karayel isimli romanını yazmakta olan Ilgaz, kalkıp kapıyı açınca karşısında bir yığın mavi berelinin ellerinde silahlarla dikildiğini görür.Bu 1981 yılının 29 Mayıs gecesidir. "Rıfat Ilgaz'ın evi burası mı?" sorusundan sonra mavi bereliler hemen evin içine dalıp yalnız kitap ve gazete müsveddeleriyle dolu odalara dağılırlar. Biraz sonra keskin bir emir gelir; "Hazırlan albaya gideceğiz" (1)O günleri daha sonra şöyle anlatacaktır Şair Rıfat Ilgaz, "Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra" adlı yapıtında: "Yıl 1981, Mayısın 28´i... Belki de 29'u. Rıfat Ilgaz tam 70 yaşında. Cide´de sıkıyönetimce tutuklanmıştı." "... Bir er gözlerimi bağlıyordu. İşini bitirince beni ite kaka bir yere götürüyordu. 'Kaldır kollarını!' dedi. Omuzlarımdan bastırıp durdurunca. 'Aç ayaklarını!' Dediğini yaptım. İstediği ölçüde açmamış olacaktım. Postalları ile tekmeliyordu. Biraz da ben çaba gösterip açmak istedim. Kollarımı istediği düzeyde kaldırmamış olacağım ki: 'Kaldır!' diye bağırdı, 'kollarını kaldır!' Tepem atmaya başlıyordu: 'Yavaş ol hemşerim!' dedim. 'Ne !' dedi, 'karşı mı geliyorsun!' Gözlerimdeki bağı sıyırdım. Gittim ranzaların birine oturdum. 'Kalk! Dikil! '..." Kırk Yıl Önce, Kırk Yıl Sonra Rıfat Ilgaz´ın 1940´larda başlayıp 1980´lere kadar süren "Olmaz bu kadar" dedirtecek göz altına alınma, tutuklanma, yargılanma öyküsü. Ne yazık ki doğru... Bizi 29 Mayıs 1981 Cuma günü aldılar. İlköğretimden Ortaöğretime geçmiş, 02.05.1980 Sevim Tokatlı Kız Meslek Lisesi'nde göreve başlamıştım... 12 Eylül'ün hızlı zamanı ama biz de durmamışız boş, öğretim yılı sonu gecesinde Atatürk şiirleriyle 12 Eylülcülere göndermeler yapıyoruz... Çok beğenilen bir gecenin ardından şiirleri istiyorlar bizden adliyeciler, ama iyi niyetle, duymamışlar daha önce ve çok beğenmişler okunan Atatürk şiirlerini.Aradan çok geçmeden değişik bahanelerle gözaltılar başlıyor Kastamonu çapında, ilk grupta götürdükleri iki ülkücüyü ertesi gün bırakıyorlar... Bizim okuldan bir idareci- Hasan Akgül- alınıyor ilk kümede, bahane de onların köyü olan Süleyman köyünde bir düğünde toplu olarak "Enternasyonal Marşı"nı okumuşuz... Herkes bir bekleyişe giriyor hafta boyunca, ha bugün, ha yarın derken sonunda "O gün" de geliyor: 29 Mayıs 1981 Günlerden Cuma... Saat 15.00'te okulda çay teneffüsü... İki kişiyi alıyorlar öğretmen odasından, Musa Güçlü ile ikimizi... Salonda üç, merdiven başında dört, alt katta beş, kapı önünde altı görevli. Minibüse biniyoruz şoförle yedi kişi, iki kişi de zanlı dokuz kişi... Kestirmeden gitme yerine -bugün buranın pazarı ya-, çarşı içinden gezdirilerek Lise'ye çıkarılıp, Muzaffer Ergök'ü de alıyor görevliler... Özellikle seçiliyor elbette teneffüs, bilinçli. Amaç öğrencinin öğretmenini bu durumda görerek güvenini sarsmak... Şimdiki Halk Eğitim Merkezi alt katında bayağı bir topluluk oluşturmuşuz... - O zaman Jandarma Karakolu- Hacıman'la (Mehmet Ergün) kelepçelenip 10-15 kişi oluyoruz Kastamonu yolcusu... "Şehir Kulübünden kodamanlar zevkten dört köşe izliyorlar minibüslere ite kaka bindirilişimizi ve bizi uğurluyorlar ağızları kulaklarında, zevkten dört köşe!.. Kastamonu'ya girmiyor, Daday yoluna dönüyor minibüsümüz... Bir yerde indiriliyoruz. Kapıda tek sıra sorgu, hakaretin bini bir para... Soruyorlar: "Sağcı mısın, solcu musun?"Sanki sağcı da getirmişler gibi... İkisinden biri yanıt olmazsa vay hallere... Kastamonu Et-Balık Kurumu Soğuk Hava Tesislerinde hafta sonu tatili... Tam 54 saat görevlilerin konuğuyuz!.. Baş konuk Rıfat Ilgaz... Koca Şairle tanışmamız onu görmemiz böyle oldu işte, göz bağcıklarını hafifçe sıyırıp ne görebildiysek o kadar. Ama Ilgaz, Anadolu'nun en yüce dağı gibi duruyordu öyle başı dik, ulaşılmaz.. Hababam Sınıfı romanı da gözetim altına alınmıştı, üzerinde Lise Ders Kitabı yazan bir Sosyoloji kitabı ile birlikte... Kitabın adı sosyalizmi çağrıştırdı herhalde...Ünlü fıkradır, ev aranmış tutanak tutulacak... görevli kitap adlarını yazdırır ere... Yaz bakalım oğlum: 6. Lenin... (Viladimir İliç)'i ne bilsin adam... Ama yine de neyin yasak neyin serbest; neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu en iyi o bilir elbette!... Cidelilerin burayı sebebi ziyaretini yazılardan öğreniyoruz daha sonra: "Ilgaz ve yanındakiler Kastomanu'ya sorguya götürülür. Sonra da o günlerde kullanılmayan Et Balık Kurumunun mezbahalarında konaklama yapılır. Böylece çengellere hayvanlardan önce insanlar asılır. Burada da sorular yinelenir..'Adın, soyadın, babanın adı, doğduğun yer.' Ilgaz'ın cevabından sonra yine sorar, 'Suçun?' Ilgaz şaşırır. 'Bunu sizin bilmeniz lazım' der. 'Ben nereden bileyim.' 'Olmaz bir şey, yazmam lazım' der katip. Bunun üzerine biraz düşünen Ilgaz o günlerin en korkutucu suçunu söyler; "Yaz. Sosyalist!" (2)Daha sonra öğreniyoruz sosyoloji kitabının öyküsünü Cideli Emekli Öğretmen, sonradan olma kırtasiyeci, Mustafa Yılmazer'den... Öğretmen Nuri Keskin anlatıyor o günlerde görüp dinlediklerini: "...'Rıfat Ilgaz'la üç gün üç gece kaldık, sonra onu Ballıdağ'a kaldırdılar" diyor Nuri Keskin. "Ben de son gecesinde geldim, bir cuma akşamıydı, fazla göremedim" diyorum..."Rıfat Hoca, en karamsar anlarda bile mizah yaratabilirdi" diyor, alınışını anlattıktan sonra: "Bu iş benim için de çok iyi oldu yazdığım son romanımda- Yıldız Karayel- kaçakçıları ve bu olayların geçtiği çevreyi anlatacaktım ama kendi imkanlarımla oraları dolaşma durumum yoktu, bizi İnebolu'dan doğru getirdiler sahil boyu oraları da iyice incelemiş oldum bol bol malzeme topladım yazacaklarım için..." dedi, diyor Nuri Hoca."Hani sen bunları yazıp verecektin bana" diyorum, "O kolay da, başına oturmak lazım," diyerek geçiştirip sürdürüyor konuyu:"Bir gün artık sorgular falan azaldı, gençler aralarında verip veriştiriyor, 'biz ne yaptık, suçumuz ne , bu işkence bu zulüm niye?.. 'Yanda oturan yaşlıca biri, 'peki gençler, hadi siz gençsiniz, kanınızın kaynadığı bir dönem, oturuşunuzu, kalkışınızı beğenmemişlerdir, bir kulp takmışlardır, bana hiç sormuyorsunuz, sen neden geldin, ne yaptın diye?' diyerek söze girdi, diyor Nuri Hoca. Adı Mustafa Yılmazer'miş, Cideli, emekli öğretmen. Ben emekli oldum, bir emekli öğretmen ne iş yapar, üç- beş kuruş artırdığı ikramiye ile ben de öyle yaptım, küçük bir kırtasiye dükkanı açtım. Cide'de olunca Rıfat Hoca da Cideli, Cide'de benim de üst katta kiracım, Benim çoluk çocuk, torun torba, hepimiz tek bir aile gibiyiz, dükkanda da Rıfat Ilgaz'ın kitapları falan da var... Geliş gidiş.. Çok samimiyiz ailece... Bir gün geldiler dükkana rafları karıştırmaya başladılar: biri bir lise sosyoloji kitabını aldı eline sallamaya başladı... "Bu zararlı kitapları satana kadar, faydalı iyi şeyler satsanıza..." dedi. Bakıp kaldım. Kitap adamcağıza sosyalizmi falan çağrıştırmış olmalı, oysa kitabın üzerinde Lise Ders Kitabı da yazıyor..." dedi."Anlaşıldı Vehbi'nin kerrakesi şimdi" dedim."Ne oldu" dediler yüzüme şaşkınlıkla bakarak: "Sorguya götürdüklerinde o kitabı orda görmüş, merak etmiştim, tamam sen devam et..." dedim... "Sonra Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı'nı ve Öksüz Civciv'ini de aldılar, Hadi dükkanı kapat, gidiyoruz dediler, geliş o geliş, deliller de bunlar" diyor Mustafa Yılmazer Hoca ve sürdürüyor sözlerini "Öksüz Civciv'in öyküsü de ilginçtir" diyor, başlıyor Ilgaz'ın çocuk romanına konu olan Öksüz Civciv'in öyküsünün kahramanı sarı civcivi anlatmaya... Bahçede bir kümesimiz var, bir iki tavuk besliyoruz, hem taze yumurta, hem oyalanıyoruz onlarla. Baharın bizim tavuk gurk oluyor, yatırıyoruz, o kadar yumurtadan çıka çıka tek bir civciv çıkıyor, Tavuk tek civcivin peşinde dolanmasın hanım biz bu civcivi ayıralım, evde bir yerlerde bakarız. Tek civcivden ne olacak hem tavuk da ayar ve yumurtaya gelir, diyorum. Eve alıyoruz, derken civciv bize o kadar alışıyor ki.. sanki evin kedisi. Elimizden ekmek yer, sofraya konar, dizimizin dibinden ayrılmaz. Bir gün Rıfat Hoca çaldı kapıyı elinde bizim Sarı Civciv... Kapıyı açık bulunca üst kata misafirliğe gitmiş!.. Masasında çalışan hocanın omzuna atlamış, Rıfat Hoca irkilmiş önce açık pencereden martı falan girdi zannetmiş, sonra bakıyor bir sarı civciv... Sahibini aramak için bize iniyor, hikayeyi dinleyince bu tek civcivi ne yapacaksınız, hem siz kalabalıksınız bu bana yoldaş olur, bunu bana verin diyor, tamam hocam ayıp ediyorsun senin için bir civcivi çok görecek değiliz ya diyoruz, alıp gidiyor... Aradan hayli zaman geçti, bir gün yine hoca indi aşağı, benim civciv buralara geldi mi, kapı açık kalınca çıkmış gitmiş, dedi... Yok dedik. Bir arama furyasına giriştik, yok oğlu yok... Sonunda bir arsada tüylerine rastladık, Civcivi kedi ya da bir kuş kaptı yedi dedik, bizim için her şey orda bitti ama Rıfat Hocam şair adam duygu adamı... Olay çok dokunmuş, oturup bir çocuk romanı yazmış bunun üzerine... Tabii doğal olarak bizim aile de olayın içinde...Burada benden bunun da hesabını soruyorlar..." diyor Mustafa Hoca ağlanacak halimize gülerek... Bu işin peşini bırakmayacağım bilesin diyorum Nuri'ye. Kurtuluş olmadığını anlayınca yazıp getiriyor o günlerde şairle ilgili gözlemlerini. (3) "Kastamonu'da 12 Eylülü de anlatırsın artık, gedikli kantar konuğu olarak diyorum, yorumsuz kalıyor. İnternette Rıfat Ilgaz'la ilgili bir blok oluştururken bir yandan bunları düşünüp bir yandan da Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra'yı (4) yeniden okuyorum. Neler, nasıl değişmiş acaba düşüncesiyle..Sonuç mu? az gitmişiz uz gitmişiz dönüp bakıldığında bir arpa boyu yol gitmişiz, ama boyu o kadar uzun da olmayabilir..-------------------------------------------(1, 2) Turgay KESER, Rıfat Ilgaz'ın Gözaltı Anıları, Özgür Haber, 08.09.2005 (3) Nuri KESKİN, Rıfat Ilgaz'la 3 Gün- 3 Gece, Rıfat Ilgaz Arşivi (http://www.blogcu.com/cideli/314571/)(4) Rıfat ILGAZ, "Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra" Çınar yayınları, 2. baskı: Temmuz 1987, İstanbul. (İlki: Nisan 1986)

Hiç yorum yok: