3 Nisan 2009 Cuma

SURİYE'DEN GELİYORUZ / Gökhan Cengizhan

ekin-sanat-şubat sayısı

SURİYE'DEN GELİYORUZ.

Gökhan Cengizhan
Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı


Türkiyeli aydın, yazar ve edebiyatçılar, iki ulusal yazar örgütü,
Türkiye PEN Merkezi ve Türkiye Edebiyatçılar Derneği öncülüğünde,
İsrail devletinin Filistin'e ve Gazze'ye saldırısını protesto
etmek ve Filistin halkıyla dayanışmak amacıyla oluşturulan bir
heyetle gittikleri Suriye'den döndüler.

Heyette, yalnızca yazar örgütleri üyeleri değil, SES, Eğitim-Sen,
PSAKD, Tabipler Odası, Barış Meclisi, Halkevleri, KESK gibi
demokratik kitle örgütü temsilcileri de yer aldılar.

Antakya'dan karayoluyla ve 28 kişilik bir otobüsle, 21 Ocak 2009
Çarşamba gecesi Suriye'ye giriş yapan heyetin, 22 Ocak 2009
Perşembe sabahı, Şam'da, ilk durağı, Arap Yazarlar Birliği oldu.
Burada, Arap Yazarlar Birliği Başkanı Dr. Hüseyin Cuma ve diğer
yönetim kurulu üyeleriyle görüşüldü.

Bu görüşmede, Arap Yazarlar Birliği Başkanı Dr. Hüseyin Cuma bir
konuşma yaparak özetle şunları ifade etti: "Türkiye Edebiyatçılar
Derneği ile dayanışma içerisinde olmaktan mutluyuz. Gazze
vahşetini kınıyoruz. Siyonist İsrail, arkasına emperyalist ilişki
içerisinde olduğu ABD'yi de alarak Gazze'de kadın, çocuk demeden
1.500'e yakın insanı katletmiştir. Uluslar arası belgelerle
yasaklanan her türlü silah bu katliamda İsrail tarafından
kullanılmıştır. Beyaz fosfor ve uranyum bombaları kullandıklarını
itiraf etmişlerdir. Bu bombalardan kendi askerlerinin de
yaralanmış olması bu itiraflara neden olmuştur. Katliam ile ilgili
elimizde bir CD var ve en kısa sürede bunu size ileteceğiz.
10.11.1975'te BM tarafından yayınlanan

3373 nolu karar "Siyonizm
ırkçılıktır" demektedir. Bu kararı tüm dünyaya anımsatmakta yarar
vardır. BM'nin Siyonizm ile ilgili kararını dünyaya duyurma
konusunda sizlerden yardım talep ediyoruz. İsrail bayrağı
üzerindeki iki mavi çizgi Fırat ve Dicle'yi değil tüm Ortadoğu'yu
içine alan sınırlardır ve İsrail'in Gazze'yi haritadan silme
amacının arkasında bu sınırları Ortadoğu ile genişletme niyeti
yatmaktadır."

Hüseyin Cuma sözlerine şöyle devam etti: "Bu katliama karşı
sizlerden beklentilerimizden biri de gerek İsrail'e ve gerekse bu
katliama kayıtsız kalıp bir anlamda destekleyen BM'ye karşı
davalar açmanızdır.

Türkiye Edebiyatçılar Derneği adına Gökhan Cengizhan bir konuşma
yaptı ve konuşmasında özetle şunları söyledi; "İsrail'in Gazze
işgalini ve katliamı kınıyoruz. Sizlere desteğimizi sunmak,
Türkiye halkının tepkisini iletmek için buradayız. Kuneytra'yı ve
Golan'ı gezip savaş hakkında bilgi sahibi olmak istedik. İsrail
1967 yılında, 1200 kilometrekare Suriye toprağını işgal edip, 1973
yılında Kuneytra'yı yerle bir ederek geri çekildi. Ancak biz
biliyoruz ki, halen işgal altındaki Golan'ın diğer yerleşim
yerlerinden çekilmedikçe bu sorunun çözülmesi mümkün değildir."

Gezi, bu ziyaretten itibaren, El Cezire TV, Suriye TV, İran ve
Lübnan El Alem TV kanalları tarafından, baştan sona görüntülendi.

Suriyeli ve sürgündeki Filistinli gazeteci-yazar örgütleriyle
birlikte, İsrail sınırındaki Kuneytra kasabasına gidilerek, İsrail
devletinin uyguladığı soykırım politikası lanetlendi. Suriye-
İsrail-Filistin ortak sınırında, "sıfır" noktasındaki Golan
tepelerinde, kimi katılımcılar, İsrail'e sembolik taşlar
fırlatmayı da ihmal etmedi.

BM gözetimindeki bu bölgeye, daha önceden alınan "özel" izinle
girildiğini de belirtelim. Sınırın, Suriye tarafında
bulunan "barış bahçesi"ne, birer zeytin fidanı dikilerek, Suriye
ve Filistin halklarına yönelik dayanışma duyguları somutlaştırıldı.

Kuneytra valisi Riyad Hicap tarafından da kabul edilen heyete,
bölgenin özgürlük mücadelesini simgeleyen bir plaket verildi. Vali
Riyad Hicab şunları söyledi; "Heyetinizin burada olmasından ve
Türkiye halkının bizlere vermiş olduğu destekten memnunuz. Türkiye
halkı bu süreçte bizlere bazı Arap halklarından çok daha fazla
destek vermiştir. Türkiye - Suriye ve Filistin halkları arasındaki
ilişkilerin daha fazla geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Bizler
burada sizlere İsrail vahşetini göstereceğiz. 1967-1973 arası
İsrail buralarda neler yaptıysa çok benzerini bugün Gazze'de
yapmıştır. Kuneytra şu an 510 bin nüfusu olan bir ildir. Şu an
İsrail işgali altındaki Golan tepesinde 5 köy ve 30 bin civarında
bir nüfus bulunmaktadır. 1967 yılında İsrail buraları işgal
ettiğinde 153 bin nüfusa sahiptik ve 240 köyümüz yerle bir edildi.
Bu köylerde yaşayanların hemen tümü göçe zorlandı ve ülkelerini
terk ettiler. Göç edenlerin yerlerine Golan'da Yahudi yerleşim
yerleri kuruldu."

Aynı gün, akşam saatlerinde, Şam'da bulunan, Muhayyem Yerduk
Filistin mülteci mahallesine gidildi ve Filistin Halk Kurtuluş
Cephesi'nin (FHKC) Cafra Gençlik Merkezi'ni ziyaret edildi.
Burada, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi politbüro üyesi, dış
ilişkiler şefi Ebu Ahmet Fuad ve Filistinli Gazeteciler-Yazarlar
Birliği Başkan Yardımcısı Tahsin Halebi ile görüşüldü.

Ebu Ahmet Fuad bir konuşma yaptı ve konuşmasında özetle şunları
söyledi; "Heyetinizin bizleri ziyareti önemli bir girişimdir.
Türkiye halkını ve heyetinizi Filistin halkı, Halk Partisi ve FHKC
adına selamlıyor, teşekkürlerimi sunuyorum. Türkiye Hükümeti,
İsrail ve ABD yanlısı tutum izlerken Türkiye solunun bizlere
verdiği destek çok önemlidir. Filistin'de ve Gazze'de sol güçler
önemli bir konuma sahiptir ve son işgal sırasında Gazze'de islami
güçlerle birlikte savaşmıştır. Sorun İsrail ve Hamas arasında
değildir. İsrail tarafından saldırıyı meşru göstermek için bu
propaganda yapılmaktadır. Oysa bu barbar saldırı tüm Filistin
halkını hedef almıştır. Biz sol güçler tüm Filistinlilerin bu
emperyalist güce karşı birlikte savaşmamız gerektiğini
düşünüyoruz. Gazze'de Filistinliler, yurtseverler, sol, İslami
güçler hep birlikte savaştık. Gazze halkı da İslami güçler ile sol
güçlerin bu birlikteliğine önemli bir destek verdi. Dünya da
sessiz kalmadı ve bu anlamda heyetiniz nezdinde tüm Türkiye
halkını bize verdiği destek nedeniyle selamlıyorum.

Bugünkü direnişimiz yıllarca hafızalardan silinmeyecek. Gazze'nin
yarısı yıkıldı. Çok sayıda kadın ve çocuk hala enkaz altında. Ama
direniş sürecek. Bu direniş bağımsız Filistin devleti kurulana ve
sürgündeki Filistinliler geri dönene dek durmayacak. Filistinli
örgütlerin arasındaki ayrılıklar bu savaşın nedenlerinden
birisidir. İsrail bu ayrılığı iyi kullanmıştır. Bu anlamda
Filistinli güçler olarak birlikte davranmak için mücadele etmek
zorundayız. Gazze saldırısı ile Siyonistler Filistinlilere diz
çöktüreceklerini sandılar ama başaramadılar. Biz zaferden
umutluyuz ve kanımızın son damlasına kadar savaşma
kararlılığındayız."

Heyet, geceyi Şam'da geçirdik'ten sonra, 23 Ocak 2009 Cuma günü,
Halep üzerinden Antakya'ya dönüş yaptı.

http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=8015&page=2

Şiirler / Bekir Koçak

Yıldız Yavrusu


Yıldız Yavrusu
ok yaydan çıktı
söz ağızdan
toplayıp getirmek zor
izlenen bunca rezillik
güzellik teri yüzünde
nefesi kesik


göremeyecek bizi
sesi ayıbından ağır
sayfalara dökmüş geçmişini
geçmişi karanlık
kuşaktan kuşağa düştü kederimiz
yansıyan ışığını aynaların
çoğalan yaz sandık

yaşam ağacı öksüz
yaprakları erken sarı
kısıs üzre budanan acı
düşer üstümüze
yorgun güvercinler göz göze
uçar sonsuzluğa


sinsi bir intiharın
koynunda bulduk seni
başucunda gece
gülüşün acemi
başına buyruk
gülümser yıldız yavrusu
ay ikize gebe


nöbete durmuş töre
alışkın yakmaya saçı
kınası haramdır
hızma üstü gölge
ele güne karşı
tutsaklıktır zaman
gözbebeğinde çölün
perişan küheylan


akan sular durur
üç damla yaş yanağında
sevgi sabırlı ana
alır başını gider ıslık
üç yerimde mermi
beyaz giymese iyi olu
yetimdir ecele karşı
ne kimse tanır
ne hesabı sorulur


Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=7013&page=2


Dilimdeki Sancı


suya bırak beni
ateşe bırak
alnına düşür demirin
çiy damlası kirpiklerin
güzelliğine koy
külü geç güle bırak

yalvaçlar gönderme günahlarıma
işim yok seninle tanrım
aldandım her seferinde
ellerimi aldı ateşin
geceler düştü korkularıma
kırık tabletlerde kaldı terim
ekmeğim elde

oyalandım kayaların resmine
renksiz çizdim dilimdeki sancıyı
yeşerttim ekini
güzellik güldüm
karardım zeytin
ekşidim üzüm
kuşları uçtum zamana
esrik günlerim oldu

ne sevmek
ne şehvet günahtı
upuzun sunaklarda
kırıldı virgülün dalı
noktanın derdi “ah”tı

ne varsa alnımda benim
incinen saçlaramda
sahipsiz canlı cansız
bakmadan çoğa aza
tutsağı oldum aykırı sesin
“yarin yanağından gayri”
her şey herkesin
olsun istedim


Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=7014&page=2

sav evecen bulutları


onların bittiği yerdi çoğaldığımız
ağacın dalına küstüğü
gülün rengine sustuğu
bıyık altı gülümseme
geçmişin kanını soludukça deniz
yerimiz yurdumuz belli
kayıplardan değiliz
ortalıktan çekilince el ayak
ihanetin yüzü kırıldığımız
suya sabuna dokunmaktan farklı
gökten iner gibi adımız
anası yitik sözcüklerin
harf emziren mürekkep
geçmişe seslenirken hep
kaldık işte çırılçıplak
tümcenin gözlerinde sis
yurdumuzun yuvamızın kazası
yabana çekilen kıyak
sav evecen bulutları
“tan” al kuşları bekle
taşın gediğinde işler
bundan böyle
kan katran gece
“memed’im memed”
iki adım ötesi ölüm nöbeti
o memed’in bağrında karabasanlar
bu memed’in gecesinde şömine
dağ başı yıldız kümesi
işaret fişeği gözleri
göç hazırlığı değil
değişen gün
elinde viskisi gece memed’in
onlar ve biz
harita büyüklüğünde dünya
varsıl yoksul ayrımı
sevgiyi besleyen analar
binlerce ayet buyruğu tanrıdan
kapadıkça gözlerimizi
tanrı yanımızda
açtıkça gözlerimizi
acılar bağrımızda
dilinde şehvetin tadı
ihanet (e) bozulan niyet
günah kitapları baş ucunda
kuş tüyü yataklar sıcacık
ne yolcu umrunda onların
ne hancı
yarı aç yarı tok memleket

adı neki
adı ahmet
karın tokluğu değil uşaklığı
soros zakkumlu bahçe
bizimki değil o
bizimki kızılcık şerbeti


yâr kaygısı
“bir lokma bir hırka”
ocağında incir ağacı
ağıtlardan kalan acı
camın önünde başka
ardında başka
iftira yorgunu yanağı
gece yarısı baskınlar
meteor basması dünya
ip boğumu
ihtilâl artığı
düşünden uyanan tanrı
bir eli kırık camda
ten çizer diğeri
gölgeler ürperir
sözcükler lâl
dilimiz kızgın demir
“tan” al
sev evecen bulutları
taşın gediğine eğil
çetin işler işiniz değil
“bir eli balda
bir eli yağda”…
cennetin uşakları onlar
neo liberal
vakitsiz esen rüzgarlar
dağıtır odu ocağı

ne alırsan al
her alan kendine pazar
yaban boyunduruğu
alı al moru mor bayraklar
süsler tablosunu ihanetin
yaşamın ağırlığı
hısım akraba
yoldurmuş tüyü teleği
sırıtır çöplüğünde
neo liberal
yolumuz ışımaz ampullerle
çağları delen çentik
suları köpürten harita
gönül saksımızda bizim
yıkanan gün ışığı
alın teri ve namus
yarınımız
doyan karnımız
sosyalizm

Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=7487&page=4

ekin-sanat/ocak sayısı


Ad Olduk Aydınlığa

yağmurun damlası yok havada
gümüş renkli kanatlar
arar atını bulutların
sonraya kalsa da
bakır rengi ayın
davete çağrılan insan
yaratır güzelliğini
buharı üstünde çayın
ulaşır harmanına

süren alışkanlıklar
horona duran gün
pusatı elinde yarın
asit yanığı beden
tutsak rüzgar
vurgun su
sesidir fabrikaların

parkların sağırlığı
sendeleyen yapraklar
kuş kovalar
fil ürkütür
hüzne boğulur aşkı
kanar zaman
ten küser
karışanı çok mekanda
biri kalkar bini düşer

sorgulanan çim
yakılan çiçek
susan susana şimdi
yaşamın gerçeği
ihaneti taşır içinde
donar kalır ellerimiz
biz
yalanın çekirdeği değiliz
sesimiz sarınca evreni
birlikte güleceğiz

küf rengi zorba
sabrına yenik kurşun
gözü köstebek
hızı rüzgar
görünür göğün camından
ruhlarda beslenen intihar
ayrılık telaşı gülümseme
vurulur düşer eşiğimize
bu utanç bize yeter

susma dedin susmadık
yürüdük çığlığına
taşındık gözlerine
ad olduk aydınlığa
dizildi boğazımıza dün
ateşine yandığımız gün


öğrendik heceleri
aşkın zoru
elenen kum
yorulan korku
emeğe yazılan tümce
dağıttı pusuları

doğanın hırsı mı
akrep yası mı
uçurum kaygısı yaşam
direnci ağlayan dehliz
sesini okşayan kadınlar
bakarak izlerine
doğanın insana
insanın doğaya
ettiğini anlar

herkes her şeyden haberdar
sabahı bekleyen kuşku
kabuk bağlayan yara
kendine asi kapan
siz ve biz
uzakta korna sesleri
doğarken ölürken kimsesiz
hasretin kahrına ortak
neresine teğetse evrenin
sesimiz merkezden duyulacak

küskün sayılır
akşamın hapsinde
adını devrim koyduğumuz insan
anne sıcaklığı
erken sabah
ayın ayazında
moru eski yalazın
alevi patlayacak
çığır türkünü yoldaşım
sustukça biz
bizi kim anlayacak

londra küstü
newyork sustu
kan içinde kesilen parmak
yurdum yuvam
onlara göre öksüz
hesabın yanlışı özde
azalmadık size karşı
umudu olduk yazan elin
düşünen beynin
anlayacak bunu elbet
okyanus ötesindeki adam


Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=7546&page=3

Bekir Koçak

GECENİN YIRTILAN SESİ

bizi sizden sorarlar
sorarlar bizi
sorarlar bizi
yaşamın takviminde
yorulan sözcükleri
bozulan çarkı
burcu burcu kokuyu
mahmur gözde uykuyu
güneşi gökyüzünü
sorarlar
sorarlar
sorarlar

başkasının korkusu
korkusu başkasının
korkusu başkasının
hangi kuytularda saklanır
gerek yok hoşça kala
ölüm bizi tanır
yar yüzünde
sevdalarda
aşklarda
ışkın süren dallarda
ölüm bizi tanır

kırım sayılır aç karınlar
aç karınlar
muhtaç karınlar
sarsılan yeryüzü
kaçıncı kırığında fayın
böler uykuları
dağ uyanır salkım saçak
çocuk uyanır
dar gelir köşe bucak
dar gelir
dar gelir
dar gelir

yüz göz olan
kem söz olan
gecenin nakşı
çığlığı tez atlılar
ele güne karşı
arzın merkezi
küf rengi çamur
kaynayan deniz
dili suskun
dili biz
hüznü vurgun ayrılıklar
üşüyen kucak


yırtılan gecenin sesi
gecenin sesi
şaşkın düşer surlara
şavkı yavan bir an
alnın ortası bulut
aranan adam
yüzün senin olsun
keşkeler senin
hoş geldin sularında
ötesinde sezginin
kol kırık sayılsa da
yen içi ayıp
sorunları saklayıp
kolay mı yarınları kurmak

geç vakit
geç vakit
önü kesilen biziz
afişlerde resmimiz
kıyılan vurulan
ülke ülke savrulan
tarihin hükmünde
bitmeyen öfke
zindandan mezara
birileri peşimizde
yürüyor sinsice

yel eser yol incelir
yol incelir
söz usanır nazından
incecik nar dalına
uzanır ağır aksak
yoldaş arar direncine
yaşlısına gencine
umutlar sağılır
sürgün can borcu değil
emek emek
bellek bellek
zora karşı bilenmeli
inmeli alanlara
alanlara inmeli

Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=8015&page=3

Ekin-Sanat Dergisi

Bekir Koçak

GECENİN YIRTILAN SESİ


bizi sizden sorarlar
sorarlar bizi
sorarlar bizi
yaşamın takviminde
yorulan sözcükleri
bozulan çarkı
burcu burcu kokuyu
mahmur gözde uykuyu
güneşi gökyüzünü
sorarlar
sorarlar
sorarlar


başkasının korkusu
korkusu başkasının
korkusu başkasının
hangi kuytularda saklanır
gerek yok hoşça kala
ölüm bizi tanır
yar yüzünde
sevdalarda
aşklarda
ışkın süren dallarda
ölüm bizi tanır


kırım sayılır aç karınlar
aç karınlar
muhtaç karınlar
sarsılan yeryüzü
kaçıncı kırığında fayın
böler uykuları
dağ uyanır salkım saçak
çocuk uyanır
dar gelir köşe bucak
dar gelir
dar gelir
dar gelir


yüz göz olan
kem söz olan
gecenin nakşı


çığlığı tez atlılar
ele güne karşı
arzın merkezi
küf rengi çamur
kaynayan deniz
dili suskun
dili biz
hüznü vurgun ayrılıklar
üşüyen kucak


yırtılan gecenin sesi
gecenin sesi
şaşkın düşer surlara
şavkı yavan bir an
alnın ortası bulut
aranan adam
yüzün senin olsun
keşkeler senin
hoş geldin sularında
ötesinde sezginin
kol kırık sayılsa da
yen içi ayıp
sorunları saklayıp
kolay mı yarınları kurmak


geç vakit
geç vakit
önü kesilen biziz
afişlerde resmimiz
kıyılan vurulan
ülke ülke savrulan
tarihin hükmünde
bitmeyen öfke
zindandan mezara
birileri peşimizde
yürüyor sinsice


yel eser yol incelir
yol incelir
söz usanır nazından
incecik nar dalına
uzanır ağır aksak
yoldaş arar direncine
yaşlısına gencine
umutlar sağılır
sürgün can borcu değil
emek emek
bellek bellek
zora karşı bilenmeli
inmeli alanlara
alanlara inmeli

Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=9494&page=3

ekin-sanat/ocak sayısı

İNCELEME:
Yannis RITSOS
ÇAĞIN EN BÜYÜK OZANI*


Hüseyin YILMAZ


Hitler, Mussolini, ****ksas ve Franko gibi korkunç diktatörlere şahitlik eden 20.yüzyıl Nazım, Aragon, Neruda ve Ritsos gibi devrimci ozanları da yaratmayı başarabilmiştir.
İnsan ile toplum arasındaki ilişkileri, tarihin içinden süregelen değerleri, analitik bir yöntem izleyerek çözmeye çalışan toplumcu-gerçekçi şair ve yazarlar; temelde rekabete dayalı piyasa ekonomisi üzerine kurulu, hukuk, etik, politik ve kültürel yoz-anamalcı düzenin yurttaşlar arasında yarattığı eşitsizlikleri-sömürüyü ona ayna tutmak, yansıtmak amacıyla değil, ancak buna neden olan düşünce sistematiğini ve onun savunma mekanizmalarını; yüzyıllardır süren ezilen halkların yazgısını değiştirmeyi amaçlayan ürünler vermişlerdir.
Önceki yüzyılda Hegel’in baş aşağı duran idealist soyut diyalektiğini ayakları üzerine indirerek onu somut bir nesnelliğe dönüştüren Marx’ın maddeci görüşü bütün dünyada yeni bir toplum düzeni kurulabileceği umudunu yeşertmiştir.
“Sanatın kaynağı özgür, organik bir toplumsal yaşamdadır. Baskı ve korku, kölelik ve zorbalık sanata düşmandır. Romantizmi keşfeden burjuvazi gerçeği ülküselleştirerek çarpıtmaktadır.” diyen Marx bu sanat akımını salıklamıştır.
İnsan hayatının tarihsel değişiminin ve dönüşümünün başlamasıyla, o ana kadar birikmiş olan aktörenin çatışması kaçınılmazdır. Kişisel çıkarlarını bir yana bırakarak toplumsal kaygılar gütmeye başlayan insanı ruhsal ve fiziksel olarak tüketen koşullara karşı başkaldırmayı, direnmeyi örgütleyen ve romantizmin sonunu getiren akımda gerçekliğin algılanışı ve ürünlerde yansıtılışı da çağa, uluslara ve toplumsal gelişmelere paralel olarak değişkenlik göstermiştir.
“ Şairi, şiir yazmaya, kendi özgün yapıtını yaratmaya çağıran şairlerdir, başka şairlerin yapıtlarıdır” diyen Mikel Dufrenne gelince aklımıza, etkilendiğimiz şairleri sıralarız hemen.
Aragon’un “şiirlerini ilk kez okuduğumda gözlerim doldu” ve o “yaşadığımız çağın en büyük ozanıdır*.”dediği ünlü Yunan şairi Yannis RITSOS’tur, kahramanımız.




Kendini toplumcu savaşıma adamış, kuşkuyu, düşmanlığı ve mutsuzluğu inatçı bir reddedişle iktidar odağına yönlendirmiş bir sanatçı, John BERGER’e göre Mayakovski gibi temelde siyasal bir şair.
Kitapları Atina’nın Zeus Tapınağı sütunları arasında Marx ve Gorki’ninkilerle birlikte yakılmıştır.



1927–30 yılları arasında yazdığı ilk şiirlerindeki didaktizm ve güzel söz söyleme özentisinden kurtularak halk dilinden saf bir lirizm yaratmıştır. Tarihsel ve mitsel konuları irdeleyen, eğretilemelerle örülü şiirlerinde yaşadığı coğrafyanın tarihini yurtseverlik duyguları içinde işlemiştir. Hem de “Yunanistan’ı hümanizmanın vatanı olduğu için severim. Kendi dilimle konuşmadığım zaman duygu ve düşüncelerim yoksullaşır. Her ozan bu tedirginliği duyar. Nazım’da öyleydi. Yazabilecek kadar Fransızca ve Rusça bilmesine rağmen Türkçeden başka dil kullanmadı.”diyebilecek kadar ve Nazım’da Angina Pektoris şiirindeki dizelerinde onun ülkesinin yazgısına göndermede bulunur:

Sonra her şafak vakti, doktor, kalbim
Yunanistan’da kurşuna diziliyor.

Ritsos, Nazım’a adağı Bir Ad Müzik ve Evrene Dönüşünce şiirinde şöyle seslenir:

Kardeşim Nazım
sen ki bir kadeh şarap
ve güzel bir kadının diziyle
üzerinde sevdanın halk bayrağı
dalgalanan bir deniz köşesiyle
ufukları ağartır
bir pencere açarsın
her şeyin yok olduğu yerde
ve tepelerden taşlar yuvarlanırken keyifle
kayıklara kadar
sokak fenerinin altında
bir köpek düşlere dalar
******
Özgürlük ki adlarından biridir senin

Özgürlük sevdalısıdır Ritsos. Aynı adlı şiirinde Freud’yen bir yaklaşımla varlık olarak insanın üst-bensizliğine vurgu yapar:


Burada çiftleşti o mağrur atlar,
sevgiye ve babalığa bağlanmaksızın. Sınırsız
bir kişnemedir ufuk. Diz çökmek
bağışlanma getirmez bu tepede.

Sonraki dönem şiirlerinde ise ana tema olarak “hayatı ve ölümü” işleyen ozana göre “yaşamın bir sonu vardır, bundan kaçınılmaz, ama aslında bu bir son değil tersine yeni bir başlangıçtır: diyalektik ve tarihsel materyalist ilkelere göre her varlığın kendi özünde kendi karşıtını taşıması gibi, ölümle-hayat arasında eytişimsel bir bağlantı vardır.” Son İstek şiirindeki dizelerde ne güzel dile getirir bu durumu.

Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum, diyor,
işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum.
Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum, ben varım;
dünya var.
Bir ırmak akıyor serçe parmağımın ucundan,
İlk gerçek oluyor bu arılık, bu benim son dileğim.

Kadınlar, onun şiirinin temel taşlarından biridir. Her şeyden önce annedir kadın, üreten, yaratan. Toprağa benzetir dişiliğini. Kadınlar ki; kardeşimiz, yârimiz.
Siyasal çalkantılar içindeki ülkede; askerlerin yurttaşları düzene karşı yakınlıkları açısından beş dereceye ayırdıkları, en iyi beşinci derecenin ise düzeni yıkmaya çalışmayan ama düzenle zar zor iyi geçinenler şeklinde sınıflandırdığı bir dönemde işkenceyi, tutuklamaları ve idamları görmezden gelemeyecektir. Onurlu, kardeşçe eşit ve barışçıl bir dünyanın yaratılması üzerine düşünürken bir aydın hastalığı olarak ta bilinen veremden sanatoryumda yatıyordur.
Sanatçı kişiliğinin oluştuğu iki dünya savaşı arasındaki yıllarda gerek şiirdeki gerekse düz yazıdaki eğilimin içe dönük olduğu söylenebilir. O dönemin baskın yönelimlerinden biri de dışavurumculuktur. Peter SELTZ’in “Görünen şeylerin ardındaki derin duygusal gerçekliği bulmak için kapsamlı bir araştırma, sanatçının kendi öznel tepkilerini gözleyerek bulduğu ve daha sonra izleyende benzeri bir tepkiyi uyandırmak için uygun ve eşdeğer biçimsel bir araç oluşturduğu bir gerçeklik” biçiminde tanımladığı dışavurumculuk. Yalnız dışavurumcu değildir RITSOS, çeşitli üsluplar deneyerek ilerlemesini sürdürmüştür. Mayakovski’nin fütürizmi de bunlardan biridir. Onun şiirleri ideal olanı gerçek, gerçek olanı da ideal hale getiren şiirlerdir.
Ailesi adeta lanetlenmiş gibidir. Maruz kaldığı acılara dayanamayıp kendini öldürmeyi düşünmüş, şiire ve devrimci ülküye tutunarak bunu aşabilmiştir. Siyasal düşünceleri yüzünden 1948/1952 yılları arasında Ege’deki adalarda tutuklu kalmıştır. Doğru dürüst bir tahsili ve işi olmamıştır.
Onun şiirinin büyüklüğünü ortaya koymak için Yunan halkının yarım asırlık özgürlük savaşımının, umutlarının ve hayal kırıklıklarının sesini günümüze kadar taşımasındaki başarıda bulabiliriz. Bütün yeryüzü insanına adadığı 1953 yılında lirik tarzda yazdığı Barış şiiri yakın tarihe ışık tutan ve insan eliyle yaratılan felaketlerin nasıl ortadan kaldırılabileceğini anlatan/betimleyen bir şiirdir.

Bir çocuğun gördüğü düştür barış
******
Arabanın yolda durmasının korkutmadığı
Kapı çalınmasının dost demek olduğu
******
İnsanların sıkışan elleridir barış
Dünyanın masasındaki ekmektir.
******
Kardeşlerim!
Barış içinde derin derin soluk alıyor
Tüm dünya düşleriyle
Verin ellerinizi
İşte budur barış.

1967 yılında yönetime el koyan Albaylar Cuntası tarafından tutuklanıp Yaros adasına gönderilen şairin bütün eserleri tekrar yasaklanmıştır.
Bir süre sonra Leros adasındaki Siyasal Sürgünler Kampına gönderilmiştir. Birçok ülkenin aydınlarının, yazar, sanatçı ve politikacılarının imzaladığı bildirilere dayanamayan cunta Karlovassi’deki evinde kimseyle görüşmemek ve yazışmamak şartıyla gözaltında yaşamasına izin vermiştir.
Dünyanın ozana gösterdiği ilgi yüzünden cuntanın başkan yardımcısı Stelios Pattakos onu Atina’ya getirterek görüşmek istediğinde aralarındaki diyalog bir soru ve cevaptan ibaret olmuştur:

—Pattakos: Siz bir ozansınız. Niçin politikaya karışıyorsunuz?
—Ritsos: Bir ozan ülkesinin en büyük yurttaşıdır, işte bu yüzden de politikayla ilgilenmek onun görevidir.
Ozan halkın gözü kulağı, vicdanı ve dilidir; gerçekliği taşıyıcı, yansıtıcı ve bilinçlendiricidir. Manevi olarak önderidir onların. Çünkü sadece kendi adına değil, halkı ve bütün bir insanlık içinde konuşur. İnsanlarıyla birlikte acı çeker ve onlarla birlikte katlanınca bütün zorluklara, güvenlerini kazanırsa bu görevi layıkıyla üstlenmiş olacaktır.
Cunta artan ününe ve yurtdışından gelen davetlere dayanamayarak ona pasaport vermiş ama o yurtiçinde kısıtlanan özgürlüğünü protesto etmek amacıyla bunu kullanmamıştır.
Şiirlerinde umutsuzluğa yer yoktur. Ona göre ozan karanlıkta görebilen insandır. Şiir ise ozanın serüvenidir, yakalanamayanı, dile gelmeyeni ele geçirmektir. Şiire erişmek için çok, çok çalışmalıyız diye öğütler söyleşilerinde. “Ancak bu şekilde kendimizi keşfederiz, kendimizi keşfettikçe evreni de keşfederiz.”der.
Şiirlerindeki teatral kurgu gücü bize çevremizdeki her şeyi görsel olarak resmetmemize olanak tanır.
“Ozan duygu ve düşüncelerini şiir üzerine konuşarak değil, şiir yoluyla dile getirmek zorundadır” diyen Ritsos, şiirlerinde gündelik hayatın sıradan akışındaki ayrıntıları ve insanla eşya arasındaki nesnel ilişkiyi dile getirir. Yalınlığın Anlamı şiirininilk dörtlüğü bunun en güzel örneğidir.

Yalın şeylerin arkasına gizleniyorum beni bulasın diye;
beni bulamazsan, eşyayı bulacaksın,
elimin dokunduğu şeylere dokunacaksın,
parmak izlerimiz karışacak birbirine.
Şiirlerindeki dizelerin yapısı incelendiğinde kullandığı noktalama işaretlerinin okuyanı belli bir ses tonuna şartlandırdığını Birden şiirinde görebiliriz:

Sessiz gece. Sessiz. Ve sen vazgeçtin
beklemekten. Neredeyse dingindi her yer.
Birden, orada olmayan kişinin o canlı
Dokunuşunu duydun yüzünde. Gelecek.
Sonra kendi kendine çarpan panjurların sesi.
İşte rüzgârda çıktı. Ve biraz ötede,
kendi sesinde boğuluyordu deniz.

Onun şiiri fabrika bacalarında tütmelidir, sokaklarda savrulmalı, zalime meydan okumalı ve insan varlığına karşı olan ne varsa ona başkaldırmalıdır. O yıllarca şiirin yalnızca entelektüeller tarafından değil, tersane işçileri, balıkçılar ve taksi şoförleri tarafından da bilinmesi gerektiğinin özlemini duymuş ve bunun memleketinde gerçekleştiğini görmüştür.
Alman işgalini, İngiliz müdahalesini, İç Savaşı ve Albaylar Cuntasını görmüş militan bir devrimci olan ozana dünyanın en prestijli ödülleri layık görülmüştür. Ömrünün sonuna kadar resim yaparak ve şiir yazarak yaşamıştır. Çünkü bu onun varoluş biçimidir.





Kaynak

Erdoğan ALKAN- Gerçekçilik-Varlık Yayınları
Özdemir İNCE, Herkül MILLAS, İoanna KUÇURADI -Şiirler-Varlık Yayınları
Özdemir İNCE- Şiir ve Gerçeklik-İş Bankası Yayınları
Cevat ÇAPAN-Bütün Şiirlerinden Seçmeler-Kavram Yayınları
Emin ÖZDEMİR-Türk Dili Dergisi-Ocak/1981, Sayı:349

http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=7546&page=3

KADINLARIN ÜZERİNDEKİ KÜLTÜREL KUŞATMA, EDEBİYATTA KADIN

KADINLARIN ÜZERİNDEKİ KÜLTÜREL KUŞATMA, EDEBİYATTA KADIN

Gülsüm Cengiz


Kadın ya da erkek bütün emekçiler; emperyalist kapitalizmin politik, ideolojik ve ekonomik kuşatması ve saldırısı altındadır. İdeolojik kuşatma ve saldırının en yaygın ve etkili biçimiyse kültürel alanda uygulanmaktadır. Ancak, öncelikle emperyalizmin kültürel kuşatması karşısında eğitimsiz, bilinçsiz, örgütsüz bırakılmak istenen kadınların durumuna kısaca bir göz atalım:


Parababalarının ve uluslararası tekellerin Yeni Dünya Düzeni'ne, ucuz ve sessiz işgücünü kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Özellikle tarım ve sanayi sektöründe, dokumacılıkta düşük ücretle ve sosyal güvenceden yoksun olarak, gece gündüz demeden çalışıyorlar.
Kadınlar, yalnızca dizginsiz sömürü hırsının kurbanı değil. Günümüzde savaşlardan, sömürüden, yoksulluktan, göçlerden en olumsuz etkilenen kesim kadınlar. Birleşmiş Milletlerin raporuna göre; yoksulluk sınırında yaşayanların yüzde 70'ini kadınlar oluşturuyor. Emekli maaş kuyruklarında yaşamını yitiren yaşlı kadınları, kırsal kesim kadınlarını, sürgün nedeniyle kentlerde güç koşullarda yaşamaya ve ailesini yaşatmaya çalışan kadınları anımsamak yeterli. Büyük kentlerdeki çöp toplayıcılarının büyük çoğunluğunu çocuklar ve genç kızlar oluşturuyor. Deyim yerindeyse, ekmeğini taştan çıkarmanın dönemi artık geçti. İnsanlar ekmeğini çöpten çıkarıyor!
Sözlü saldırı, kaba şiddet, dayak, tecavüz kadınların sık karşılaştığı durumlar. Özgürlükler ülkesi olduğu söylenen ABD'de her yıl, 4 milyon kadın şiddetle karşı karşıya. ABD'de her altı dakikada; Güney Afrika'da her 90 saniyede bir kadına tecavüz ediliyor. Hindistan'da her gün ortalama 5 kadın çeyiz kavgaları nedeniyle yakılarak öldürülüyor. Kadınların dövülme oranı Türkiye'de ortalama yüzde 18. Bu da bölgelere göre değişiyor. Doğu Anadolu'da yüzde 59.5, Güneydoğu'da 41.7, Marmara-Ege-Akdeniz bölgelerinde yüzde 35 ile 20 arasında; Karadeniz Bölgesi'ndeyse yüzde 9.3. Bu oran; ABD'de yüzde 21-30, Kolombiya'da 20, Papua Yeni Gine'nin kırsal kesimlerinde 67, Kenya'da 42 ve Şili'de beşte dört. Şiddetin başka bir biçimi olan savaşlarda tecavüzün kurbanı kadınların sayısı hiç de az değil. Bosna'daki savaşın ilk aylarında tecavüz edilen kadın sayısının 20 bini aştığı söyleniyor.
Kadınlar eğitim görme ve sosyal güvenlik olanaklarından yoksunlar. Ülkemizde ve dünyada kadınların okuma yazma oranı; özellikle kırsal kesimlerde oldukça düşük. Eğitimde özelleştirme uygulamaları, bu oranı giderek düşürüyor; kentlerde bile, okula gönderme konusunda erkek çocuklara öncelik tanınıyor. Kadınların eğitimsiz bırakılması, hem bin yıllardır süregelen koşullanmışlıktan kaynaklanıyor, hem de emekçilerin üzerinde giderek yoğunlaşan ekonomik saldırılardan. Kadınların düşünmeyen, sorgulamayan, yazgısını kabullenmiş bilinçsiz kitleler olarak kalması; parababalarına ucuz iş gücü deposu olması isteniyor.
Emekçi kesimden önemli sayıda kadın da, dinci gericiliğin saflarında yedekleniyor. Kendi cinsinin tutsaklığını, kendi elleriyle yürüttüğü mücadeleyle örüyor bu kadınlar. Sendika, daha iyi ücret, işsizlik, pahalılık vb. konularda sınıf kardeşleriyle birlikte mücadele yerine; türban sorunu gibi yapay sorunlar için mücadelede ön saflara itiliyorlar. Dinci partilerin emekçi kadınları etkilemek konusundaki en önemli araçları durumundalar. Sessiz, çalışkan, itaatkar, düşünmeyen, sorgulamayan, yalnızca kendisine verilen görevi yerine getiren araçlar!... Bu kesimin ürettiği çocuk kitaplarında bile, kadınların bu türden insanlar olması gerektiği öğütleniyor.
Kürt kadınları hem kadın, hem emekçi hem de ulus özelliği nedeniyle üç kat ezilip sömürülüyor. Okuma yazmasızlar arasındaki en büyük bölümü oluşturuyorlar. Dili yasaklı, çocuğuna istediği adı koyması yasaklı kadınlar... Edebiyatta Kadın Konusu
Uluslararası sermaye; yoğun emek sömürüsünün ve emekçilerin üzerindeki bu baskıların üzerini örtmek istiyor. Sömürüldüklerinin ayrımına varmasınlar; fabrikalarında, işletmelerinde düşünmeyen makineler gibi çalışsınlar, kendi çıkarları için çıkardıkları emperyalist savaşlarda beyinsiz kurşun askerler gibi savaşsınlar istiyor. Sömürünün ayrımına varanlara da; içinde yaşadığımız kapitalist sistemin değiştirilemez olduğu, sosyalizmin denenip başarısızlıkla sonuçlandığı propagandasını yapıyorlar. Bir yandan emek sömürüsünün ve emekçilerin güç yaşam koşullarının üzerini yalanın perdesiyle örterken; öte yandan kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı sanatçıların ve sanat ürünlerinin aracılığıyla halkın beynini, bilincini bulandırıyor.
Edebiyat ürünleri, insanların duygu ve düşünce dünyasını etkiler. O nedenle çok önemlidir. Ayrıca edebiyat ürünlerinin, öteki sanat dallarını da etkileme, içeriğini ve biçimini belirleme özelliği vardır; sahnelenen oyunların metni, çekilen filmlerin senaryosu, bestelenen şarkıların sözlerinin temeli de edebiyat ürünleridir. Ülkemizde, kitap okuma alışkanlığı fazla değildir. Ancak edebiyat ürünlerinin; tiyatro, sinema, müzik gibi sanat dallarına da kaynaklık etmesi açısından kitleleri etkileme konusunda önemli bir işlevleri vardır; olumlu ya da olumsuz.
Ülke nüfusuna göre sayısı oldukça az olan okurun da değişik tipleri vardır. Birincisi, sayısı daha da az olan bilinçli okur; yani kendi seçtiği kitapları, bir başka deyişle kendi gereksinimlerine yanıt veren kitapları okuyan okur. Öteki de; yaygın tanıtımlardan ve kitle iletişim araçlarındaki sunumlardan etkilenerek kendi seçtiğini değil, egemen ideolojinin kitleleri etkileme kanallarının kendisine "oku" dediğini okuyan okur.
Okura sunulan kitapların nitelikleri de değişiklikler göstermektedir. Değişik dönemlerde yazılan-yazdırılan kitapların nitelikleri; kitaplarda anlatılanlardan bağımsız olarak, o dönemin ekonomik, toplumsal ve siyasal yaşamını da tanımlamaktadır.
1980'li yıllarda yayınlanan kitaplar ve kadınlar...

1980'li yıllarda yayınlanan kitaplar ve bu kitaplardaki kadın tiplemeleri de; dönemin ülkemizde ve dünyadaki koşullarına uygun olarak değişik nitelikler taşımaktadır. Ancak, şunu hemen belirtmekte yarar var ki; bu dönemde yayınlanan kitapların büyük çoğunluğunda, yukarda resmini çizmeye çalıştığımız dünyadaki ve Türkiye'deki emekçi kadınları görme olanağı yok. Şiirde, öyküde ya da romanda; sayısı milyonlarla hatta milyarlarla ifade edilen emekçi halkın -kadınların- durumunu anlatan; yaşadıklarına, umut ve özlemlerine tanıklık eden yapıtların sayısı oldukça az. Kimi 1980 öncesi döneme ait, kimi 1980 sonrası edebiyat yaşamına başlamış az sayıda şair - yazarın yapıtlarında emekçi halkın, dolayısıyla emekçi kadınların yaşam içindeki yerlerine tanıklık ediliyor.
1980 sonrası dönemde; kapitalizmin ideolojisinin dolaylı olarak ya da doğrudan yansıdığı kitaplarda; küreselleşmenin ve yeni dünya düzeni söylemlerinin olumlandığını görüyoruz. Dünya ölçeğinde; kadın ya da erkek emekçiler için umut olan sosyalizmin bittiğini, sosyalizm mücadelesinin modası geçmiş boş bir uğraş olduğunu satır aralarında ya da açıktan söyleyen; ruhçuluk, gizemcilik, mistisizm akımlarının yükseltildiği; bireyciliğin ve bireysel kurtuluşun kutsandığı kitapların yazıldığı bir dönem oldu bu dönem.
Ülkemizde 1980'li yıllarda yazmaya başlayan ya da kitapları yayınlanan yazarların büyük bir bölümü darbe sonrası ortamda, seçimlerini Yeni Dünya Düzeni ideolojisinden yana yaptılar. Bu yazarların birçoğunun daha önce sol geleneklerle ilişkisi olması nedeniyle, pişmanlık edebiyatı olarak nitelendirildi yazdıkları kitaplar. Bu yazarlar; gerçekçi kitaplar yazdıklarını öne sürerek, gerçekçi görünüm altında yoğun bir biçimde; işçilerin, emekçilerin sosyalizm mücadelesine ve örgütlenme bilincine saldıran, deyim yerindeyse "bütün bunların boş şeyler" olduğunu öğütleyen romanlar yazmışlardır. Kimi açıktan, kimi dolaylı. Burjuvazi karşılıksız bırakmadı bu çabalarını. Kitaplarının basım ve satış rakamları elli- altmış binlere ulaştı. Tanıtımları TV ekranlarında ve büyük boy sokak panolarında yapıldı.
Kadın ve cinsellik, aşk temaları, kitaplarının satışı için olmazsa olmaz konulardı; kullandılar bu konuyu, alabildiğine. Kadın dünyasını, kent kadınlarının sorunlarını, kadın olmanın bunalımlarını ve yalnızlığını işlediklerini öne süren kitaplar yazdılar. Ancak, onların kitaplarında yukarda resmini çizmeye çalıştığımız kadınların, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçi kadınların yaşamlarından iz yoktur. Çünkü, emekçi halk, işçi sınıfının mücadelesi gibi sözcük ve kavramların modasının geçtiğini düşünüyorlardı. Bu düşüncelerini de, kitapları aracılığıyla, özellikle yeni yetişmekte olan kuşaklara aktarıyorlar. Bunda başarılı olmadıklarını söylemek oldukça zor.
1980 sonrası ülkemizde yaygınlaştırılmaya çalışılan feminist hareketten etkilenen yazarların, kitaplarında bu etkilenmenin yansıdığını görüyoruz. Kadın özgürlüğünün kapitalist sistemden, ekonomik ve toplumsal koşullardan soyutlanarak salt cinsel özgürlük biçiminde sunulmasına tanık oluyoruz. Bu yazarların öykü ve romanlarında; erkekten nefret eden ancak yine de onunla birlikte olan ya da erkekten nefret ettiği için kendi cinsiyle ilişki kuran lezbien kadın tiplemelerine rastlıyoruz. Kadının cins olarak ezilmesini eleştiren yapıtlar olarak ortaya çıkan bu kitaplarda da bir hedef saptırması söz konusudur. Bu kitaplarda da, umutlarını ve değerlerini yitirmiş orta sınıf kadınları ya da "aydın" kadınların kaosları anlatılır. Emekçi kadınlar, onların yaşadıkları bu kitaplarda da yoktur.
Yıllardır Beyaz Dizi adı altında yayınlanan; sulandırılmış bir romantizmle, okur kitlesi olarak eğitimsiz genç kızları hedef alan, aşk ve cinselliğin ön plana çıkarıldığı kitaplarda da, kadınları gerçek görünüm ve yaşamlarıyla görmek olanaksız.
İnsanların ilgi ve dikkatlerini günümüz gerçeklerinden uzaklaştırıp başka yönlere çekmeyi amaçlayan sözde tarihi romanlar moda oldu bu dönemde. Safiye Sultan'dan Kiraze'ye kadar Osmanlı saray kadınlarının yaşamını anlatan; aşk, iktidar, entrika vb. konuları işleyen kitaplardı bunlar.
Piyasa ekonomisi, kapitalizmin ideologlarının bu sistemde var olduğunu ileri sürdükleri "yaratma özgürlüğü" masallarına ters düşen uygulamalara sahne oldu: Kapitalist işletmeler, yazarlara konu vererek, ürettikleri malların tanıtımını yapan romanlar yazmalarını istediler ve bu romanlar yazıldı.
Özellikle 1980 sonrası dönemde yayıncılık alanında atağa kalkan ve yüksek tirajlarda yetişkin ve çocuk kitapları yayınlayan din üzerinden siyaset yapan kesimin yayınladığı kitaplarda da emekçi kadınları, ülkemizdeki ve dünyadaki kadınların gerçek yaşamlarını bulmak olanaksız. Kötü ve didaktik bir anlatımla yazılan yetişkin ve çocuk romanlarında; hidayete eren kadın tipleri, eskiden açıkken kapanıp türban takan genç kızlar, çocuklar vb. tipler vardır. Başı açık kadınlar kötü karakterler olarak olumsuzlanırken, başörtülü-türbanlı genç kızlar iyiliğin simgesi olarak sunulmaktadır. Bu kızların-kadınların, camilerde ya da bazı vakıf evlerinde "müslümanlık" dersleri verdiğini, hocaların insanları cihada çağırdığını görüyoruz. Kumar oynayıp içki içen kocasına karşı çıkan kadın, edepsiz- itaatsiz kadın olarak sunulurken, aynı kadının bir süre sonra kocasına tabi olması övgüyle anlatılır.
Kapitalist ideoloji, insanları bireysel kurtuluşun olanaklı olduğuna inandırmaya çalışır. Piyangolardan, televizyonlardaki yarışma programlarına kadar birçok alanda bu olgu işlenir. Bireysel mutluluk ve bireysel kurtuluş... Kadınların bireysel kurtuluşuysa, varlıklı bir erkekle evlenip sınıf atlamak olarak sunulur insanlara. Üstelik bu sunum; çok küçük yaşlarda tanıştığımız çocuk kitaplarında, masallarda başlar ilk önce... Masallar; masalın kahramanı kızların, bir prensle, kralla evlenerek hem mutlu, hem de zengin oluşuyla sona erer. Bu ileti, yetişkinler için hazırlanan öykü, roman ve filmlerde de sürdürülür. Kitle İletişim Araçlarında Kadın Konusu
Günümüzde bilim ve teknikteki gelişmeler, telekomünikasyon alanında da kendini gösteriyor. Uydu aracılığıyla yayın yapan yaygın iletişim ağı, dünyanın en kalabalık kentlerinden, en ıssız köşelerine dek ulaşarak, insanların duygu ve düşüncelerini etkileyebiliyor. Görsel işitsel yönüyle, kitle iletişim araçları en yaygın ve etkili araçlar. Tek yönlü iletişimi nedeniyle, emperyalizmin kültürel alandaki kuşatmasının en güçlü aracı olarak yaygın biçimde kullanılıyor. O yüzden, bütün kültür sanat alanlarının kullanıldığı TV programlarına, yayınlarına, dizilerine de bir göz atacağız.

Emekçi kadınların büyük bir bölümü tarafından izlenen, içinde herhangi bir edebi ya da sanatsal nitelik taşımayan, ancak yoğun duygusallık, aşk, kin, entrika gibi öğelerle, yalnız ülkemizdeki değil, bütün dünyadaki kadınlar tarafından yaygın olarak işlenen pembe diziler...
Son yıllarda TV dizilerinin gözde konuları ağa- aşiret- mafya ilişkileri... Hepsinde de erkeğin üstünlüğü ve kadının edilgenliği vurgulanıyor; hatta kadınların bu durumdan hoşnut oldukları iletisi veriliyor. Bu ileti, yaygın olarak izlenen bir semt dizisinde de kendini gösteriyor.
Kürt kadınlarının yaşadığı gerçekleri saptıran Berivan vb. diziler...
Dizilerin yanı sıra reklamlarda, çeşitli programlarda, yarışma programlarında; bulvar gazetelerinde kadın bedeninin meta olarak sunulması sık rastlanan olaylardan. Öylesine sık rastlanıyor ki, insanlar neredeyse bu görüntüleri kanıksamış durumda.
Dünyada ve Türkiye'de emekçi kadın kitleleri, çocuklar ve gençler, emperyalizmin kültürel saldırılarının doğrudan hedefi durumundadırlar. Bir avuç bolluk içindeki insanın lüks evlerde, saraylarda, konaklarda geçen yaşamları, aşkları, hırsları vb. konular; kitaplarla ve dizi filmlerle emekçilerin oturma odalarına kadar taşınıyor.

Sonuç; kendi gerçekliğinden koparılan, toplumsal yaşamdaki gerçeklerin, çelişkilerin ayrımına varmak yerine; romandaki ya da dizideki sanal karakter için gözyaşı döken, anlatılanları gerçek sanan milyonlarca insan...

Edebiyat Ürünlerinde Kadın Gerçeği, Emekçi Kadınlar ve Mücadele

Edebiyat; işçi sınıfı devrimcileri için, gerçekçi ürünler yoluyla halkı tanımak, onların yaşam ve çalışma koşullarının yanı sıra, duygu ve düşüncelerini öğrenmek, var olan birikim ve gücü değerlendirebilmek; bunun yanı sıra kapitalist sistemin ideolojik kuşatması altındaki emekçilerin uyandırılmasını ve mücadeleye kazandırılmasını sağlamak açısından çok önemli bir olanaktır.

Kitaplarında; Yeni dünya düzeni söylemlerine doğrudan ya da dolaylı yer verdikleri, bu söylemler doğrultusunda kitaplar ürettikleri için; piyasa ekonomisi koşullarında yüceltilen, moda edilen, kitaplarının kitlelerce tüketilmesi sağlanan şair, yazarlara karşın; yapıtlarında emekçi halkın yaşamına ve mücadelesine yer veren pek çok yazarımız vardır. Bu yazarlarımızın birçoğu yaptıkları seçimin bedelini ödemişlerdir, ödemektedirler. Yaşadıkları sürece kendileri ve yapıtları göz ardı edilen; yaşamını adadığı, yaşamına ve mücadelesine tanıklık ettiği emekçilerle arasına duvar örülen; unutulan, unutturulmak istenen şair ve yazarlarımızın sayısı hiç de az değil.

Onların yapıtlarında; bütün emekçilerle birlikte yaşamın çeşitli alanlarından emekçi kadınların da yer aldığını görüyoruz. Dokumada, tütünde, sanayide çalışan işçi kadınlar; kırsal kesim kadınları, gecekondu kadını, tutuklu eşi, anası; çocuğu öldürülen ana, dili yasaklı Kürt kadını, değişen kentli kadın, toplumsal mücadelede yerini alan çağdaş, örgütlü kadın.

Nazım Hikmet, A. Kadir, Ömer Bedrettin Uşaklı, Ceyhun Atuf Kansu, Cahit Külebi, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Oktay Rıfat, Necati Cumalı, Behçet Necatigil, Behçet Aysan, Melih Cevdet Anday, Gülten Akın, Kemal Özer, Sennur Sezer, Şükran Kurdakul, Refik Durbaş, Özdemir İnce, Abdülkadir Bulut, Arif Damar, Hasan Hüseyin, Hilmi Yavuz ve daha birçok ozanın şiirinde; bütün gerçekliğiyle ülkemiz kadınlarının yaşamları ortaya konmuştur. (*)

Önceki kuşaktan ozanların yazdıklarının yanı sıra; şiire 1980'den sonra çıkan ozanların bazılarının şiirlerinde de, ülkemiz kadınlarının durumuna ve yaşamlarına tanıklık edilmiştir. Benim yayınlanmış kitaplarımda yer alan; Bilirim Nasıldır? Çalışan Bir Annenin Türküsü, Kapılarda Bir Ana, Bir Mahkumun Karısının Söylediği, Oğlu İdama Mahkum Annenin Savcıya Söylediği, Kamber Ateş Nasılsın? vb. şiirlerimde değişik kadın resimleri çizilmektedir.

Şiirin yanı sıra; öykü ve romanda da Orhan Kemal, Adnan Özyalçıner, Bekir Yıldız ve öteki toplumcu yazarlarımız öykü, roman ve tiyatro yapıtlarında toplumumuzdaki kadınların durumunu ortaya koymaktadırlar. Kadının toplumsal yaşam içindeki yerini vurgularken, farklı kadın tiplerini de anlatmaktadır bu yazarlarımız. Farklı kadın tipleri, kapitalist sistemde varolmayan çıkarsız ilişki biçimleri, gerçek aşk öyküleri...

Kadınların durumunu ortaya koyan yapıtların yanı sıra; kadın mücadelesine, kadının sınıf mücadelesi içindeki yerini vurgulayan, mücadele içindeki kadını anlatan birçok yapıt vardır. Kimi Zehra Kosova'nın "Ben İşçiyim" adlı kitabı gibi özyaşam öyküsü, kimi gözlemlerin, birikimlerin sonucu yazılmış şiirler ya da öyküler. Bu yapıtlarda; sınıf gücünün ayrımına varan, erkeğiyle birlikte mücadele eden bilinçli, örgütlü kadınlar vardır.

Sonuç:

Kadın kitleleri içinde örgütlenme çalışması yürütürken, kuşkusuz ki emperyalizmin kültür kuşatmasına karşı onları uyarmalıyız. Sömürüyü, baskı ve zulmü görebilmeleri için Yalan Rüzgarlarıyla, Asmalı Konaklarla, Deli Yüreklerle, Hülya Avşar, Sibel Can imajlarıyla gerçeklerin üstüne örtülen yalanın perdesini yırtmak için; emperyalizmin bu alandaki uygulamalarına da dikkatlerini çekmeliyiz. Bu dizi ve programların, emekçilerin yaşamlarına ne kattığını, verilmek istenen iletinin ne olduğunu sorgulamalarını sağlamalıyız. Eğitimli kadınların, kitapları eleştirel gözle okumak; çıkardıkları sonuçları emekçilerle paylaşmak sorumlulukları vardır. Gençlik arasında moda olması sağlanan roman ya da romancıların da tartışılması gerekiyor.

Bunun yanı sıra; kadın kitlelerinin durumlarını anlatmak için, yukarda ancak çok azının adını anabildiğim toplumcu şair ve yazarların yapıtlarından yararlanmalıyız. Uzun uzun sözlerle anlatamadığımız duygu ve düşünceyi, bazen birkaç dizeyle, bir şiirle, bir öyküyle, bir makaleyle anlatabiliriz... Kürt kadınlarının yaşamlarına ilişkin ilk bilgileri Bekir Yıldız'ın Kara Vagon, Kaçakçı Şahan, Reşo Ağa gibi öykü kitaplarından; Ahmet Arif'in şiirlerinden edindiğimi vurgulamak isterim.

Emperyalizmin ideologları, işçi sınıfını emekçi halk yığınlarını aldatmak için nasıl kendi saflarındaki sanatçıları, onların ürettiklerini kullanıyorsa; bizler de, emekçileri uyandırmak, bilinçlendirmek ve mücadeleye katmak için; örgütlenme çalışmalarımızda ve mücadelemiz sırasında emekçiler için yazan yazarların yapıtlarından yararlanmalıyız. Kadınların üzerindeki bin yıllardır süren baskı ve koşullanmışlıkların etkisini; bir insan, birey ve kimlik olmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmak; kadınların kendilerine güven duymalarını sağlamak gerek. Bu okuyarak, okuduğunu tartışarak, başkalarıyla paylaşarak; yaşama mücadelesinde öğrendiklerinden yararlanarak; yani değişerek ve değiştirerek gerçekleşir.

Ayrıca; emekçilerle, sanatını ve yaşamını halka adayan yazarları buluşturmalıyız. Bunu, yalnızca emekçilerin uyanışına sanat aracılığıyla katkıda bulunmak amacıyla değil; bu şair ve yazarlarımızın halkın gerçekleriyle yüzleşmesi, emekçilerin kuracağı yeni bir dünya için verilen mücadeleye tanıklık etmeleri için de yapmalıyız. Böylece bu gözlemler, tanıklıklar; onların yeni yapıtlarında yer alabilir ve emekçiler, sınıf mücadelesinde yeni araçlara kavuşmuş olurlar.

Bu çalışmayı; elimizde var olan kitaplardan olabildiğince yararlanmamız, okumamız ve insanlara okutmamız gerekliliğinin altını çizerek bitirmek istiyorum.


--------------------------------------------------------------------------------
* 28 / 29 Haziran 2003 Tarihinde Emeğin Partisi Kadın Bürosu Tarafından Ören'de Düzenlenen Toplantıda Sunulan Tebliğdir.

Türk Dili Dergisi / Sayı 131 / Mart-Nisan 2009

SAYI 131 Bu sayımızda yer alan yazarlarımız ve yazıları
(Yazıların tümüne, dergimize abone olarak erişebilirsiniz.)

AHMET MİSKİOĞLU
Geçen Günler İçinde
ALİ DÜNDAR
Öztürkçenin Gücü ya da Açıklık Korkusu
PROF.DR. AHMET KOCAMAN
Türkçede Eşdizimlilik Üzerine Notlar
PROF. DR. MEHMET YALÇIN
Bir Serüven, İki Özür
CÜNEYD TANDOĞAN
Bir Sorgulama Denemesi (2)
MEHMET BAŞARAN
Atatürk Din ve Laiklik
PROF. DR. ÖMER DEMİRCAN
'Sıfat', 'ortaç-yantümcesi', 'ayrık-tümce' ile ilgili düşümsel yanılgılar
PROF. DR. SÜREYYA ÜLKER
Psalterion'dan Santura Yatuğan
ERHAN TIĞLI
Tutmak
EMİNE M. AZBOZ
Ateş Emziren Kadınlar
SABAHATTİN YALKIN
Çaylak Bir Şaire Mektuplar
YILMAZ ERSÖZ
Veri Güvenliği
MUSTAFA GAZALCI
Köy Enstitülü Yazar Musa Uysal'ın Ardından
OSMAN BOLULU
Deneme Üstüne
TURGUT ACAR
Eylül Bulutları
NEVRA BUCAK
Cici'nin Bibloları
ANAİS MARTİN
Çığlık
SİBEL GÜNEŞDOĞDU
Denizin Siyahında
İNCİ PONAT
Ah Muazzez Hanım Ah
AYTEN MADEN
Erik Ağacının Anıları
HASAN AKARSU
Yapıtlar Yazarlar
TANSU BELE
Yapıtlar Yazarlar
YILMAZ ÇONGAR
Yapıtlar-Yazarlar
ARAT OVALI
İki ayın içinden
Çiçek Yağmuru Yapıtlar

*****************************

Ateş Emziren Kadınlar / Emine M. Azboz

Son günlerde çok arttı çöpçatan - evlendirme- programları. İnsanlar kimi gün üzülerek, kimi gün ilgiyle, kimi gün acıyla, kimi gün merakla, kimi gün ibretle, kimi gün şaşkınlıkla, kimi gün öfkeyle izliyor programa çıkanları. Bu programlar yapılmalı mı? Kimi evet diyor, kimi hayır... Kim bu kadınlar? Ne istiyorlar?

Evlenmek... Evlilik... Bir erkekle bir kadının, aile kurmak üzere yasaca birleşmesi değil midir evlenmek? Her insanın en doğal hakkı, evlenip yuva kurmak, mutlu olmak, çoluk çocuğa karışmak. Evlenmek amacıyla televizyona çıkan kadınların ekranlara yansıyan yüzlerine bakıyorum. Neler görmüyorum ki o yüzlerde; kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabı; acılarımız, ayıplarımız, değer bilmezliklerimiz, günahlarımız, törelerimiz, geleneklerimiz, uğurlarına döktüğümüz kanlar... Karabasanlar çiziyor kadınlarımızın ekrana yansıyan yüzleri. Onları izlerken sıkıntıdan bunalıyor insan. Yanıyor yürekler.

Genelde utanıp sıkılarak anlatıyorlar niçin geldiklerini, neden evlenmek istediklerini, nasıl bir eş aradıklarını, evlilikten ne beklediklerini... Bir bir anlatıyorlar isteklerini ağır ödedikleri karşılığın ezikliğiyle. Kimileri sakınmasız, umursamıyor hiçbir şeyi. Ama kadınlarımızın ağlayışları gibi gülüşleri de içinden. Anlayan için bir dildir onların ezik ancak yürekli duruşları.

Eğilmiş kadınlar yaşamın üstüne, öz benliklerine; dünden bugüne, geçmişten geleceğe. O an'a değin yaşamdan paylarına düşen hem katık olmuş onlar için, hem azık. Ekrandaki kadınların kimi karanlık, kimi yıldızlı, kimi mutsuz, kimi gamlı, kimi aç, kimi nazlı, kimi çaresiz, kimi umutlu, kimi dertli, kimi neşeli, kimi sevecen, kimi bencil... Ama hepsi yaralı. Ben de varım dercesine geçmişi okyanusa dökmüş, gökyüzünde ağlamış, hepsi umut ardında... Birer mutluluk avcısı...

Dünden gelip bugüne uğrayan, geleceğe evrilmektir yaşamak. Onlar, toplumun hangi sosyal, kültürel katmanından gelirse gelsinler, hangi konumda olurlarsa olsunlar, yaşamada hep kadındılar, anaydılar, insandılar; sofradaki yerleri öküzden sonra gelse bile. Eş, ana, yurttaş oldular ama birey olamadılar. Erkeğin, törenin, geleneğin kölesiydiler çünkü. Birey olmak kolay değil. Bu bilgi, bilinç, ekonomik olarak bağımsız olmayı, kişilikli olmayı, varlığının bilincinde olmayı, yasal haklarını bilip kullanmayı, iki ayağı üzerinde dimdik durmayı, kendine güveni gerektirir. Oysa eğitemediğimiz kadınlarımız...

Yaşadıkları sürece yüklendikleri sorumluluk gereği hep onlardan istenilen de beklenen de özveriydi; kimliklerini, kişiliklerin, isteklerini, hatta özlerini yadsıma pahasına. Törelere adanmış kurbandılar çoğu kez. Eşleri de dahil kimse onlara ne istiyorsunuz, dememişti hiç. Yaşam koşulları ağırdı kaldırdılar; taşlıydı temizlediler; şiddetti katlandılar; gelenekti boyun eğdiler; töreye uyup ölmekse kaderleriydi sanki. Yanlış yaptılar. Tökezlediler. Bırakılsa düşüp kalırdılar. İtilmiş gündüzlerde çoğu ancak gece vardılar. Ama hepsi kadındılar. Hangi yaşta olurlarsa olsunlar sevdaya açıktılar. Çağrıldıkça geçici fısıltılara kandılar. Artık aranmayacaklardı. Gündüzden geceye korkuyla yatıp geceden sabaha umutla kaktılar. Kendilerine sunulan yaşamak istemiyorum demek haklarıydı, oysa yapamadılar... Yine de katlandılar her şeye. Kimseye, hiçbir şeye baş kaldırmadılar; yalnızdılar, güvensizdiler, arkasızdılar çünkü. Şimdi hepsinin ortak isteği, biraz sevgi, biraz saygı, bir parça güven, biraz güvenceydi; bir ev, bir araba, bir emekli maaşı, rahat bir yaşam. Nedense bir de inançlı olması... Hayret, çalışmaksa akıllarına gelmiyor! Çalışanlarsa yorgundular. Çalışmak istemiyorlardı artık. Evlenince, evinin kadını olmak, eşlerince bakılmak son dilekleriydi. Kiminin başına sardığı bir metre bez, tek referansı ve de yaşamdan beklentilerinin simgesi...

Geçmiş yaşamlarda biraz adam yerine konulsaydı kadınlar, ağrılı yaşamlarını mutlu, sevinçli sağardılar, dölsüz eğrelti yeşil kesilir, acıyı bal eğlerlerdi kuşkusuz. Kıskançtılar. Onurluydular. Ne toplum, ne eşleri ayrımındaydı varlıklarının. Bundan ötürü kopmuştular eşlerinden, uçmuşlardı yuvalarından. Öyle veya böyle baktılar ki başları hep öne eğiliyor, Amozonlar gibi hırçın atların terkisinde yalçın dağlara kaçtılar yalnız; yaşamak adına, umut adına, özüne sahip çıkma adına. Varlığa yokluğa, iyiye kötüye, boğaz tokluğuna, hatta aşağılanmaya dayandılar, lakin dayanamadılar yalnızlığa, kimsesizliğe, korunaksızlığa. Sırf bu yüzden çıkmıştı çoğu bu programa.

Akıllı kadınları seven, düşünen, az konuşan, o çok bilen, her yerde her zaman nazı çekilen kadınlar azdılar ekranlarda. Kültürlüsünü, birey olanı ara bulasın. Hepsi çok biliyor, çok konuşuyordu, sanki sonsuzluğa değin susturulacaklarmışçasına.

Çöpçatan programlarına katılanlar arasında öyleleri vardı ki, içlerinde aşkın döküntü bisikleti. Buğulu gözlerle bakarken hüzün uçurtmaları salıyorlardı gökyüzü stüdyodan. Sevgi yorgunuydular. Nereye gitseler, ne yapsalar umudun u'su, geleceğin ve güvenin g'si, sevincin s'si uçup gitmişti yüzlerinden. Yaralı ve çaresizdiler. Onlar için sisliydi gelecek. Tenha, gizli takvimlere taş kalemle yazmışlardı pişmanlıklarını, hatalarını, umutlarını. Gençliklerini yalım gibi geride bırakanlar, tahta atla geçtikleri dünlerden, elinde sadece bir gül kalmıştı; yaşanmışlıklarının tanığı olarak.

Kadınlar nehir gibidir. İkisi de sürükleyip götürüyor insanı. Nehir köprü istemez, kadın ihanet. Her şeye katlanır ama bunu onuruna yediremez. Düş çalarken suç üstü yakalanan çocuklara benziyor kadınlar. Onlar, kimliklerini, kişiliklerini yok sayıp ruhlarını gövde ambalajıyla sunuyorlar taliplerine. Yazık!

Güzeldiler ekranda; yüzleri değilse bile acılarıyla güzeldiler. Gittikleri yerlerde şiir diye söylenen. Kadındır yaşamı anlamlı kılan, güzelleştiren. Kadınların gitmesi yazın bitmesi gibidir, bir yerde de yaşamın bitmesi sanki. Kadın erkeği terk ederse, şair olur erkekler. Ya erkek terk ederse? Zavallı olur kadınlar, bir de... Terk edilmek, ihanete uğramak... Çoğu kez seslenir erkek oğul olduğum kadın, sakın beni terk etme, diye...

8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde Türkiye'nin kadınlarını seyrediyorum ekranlarda, çöpçatan programlarında. Ateşi emziren Satı Kadınlar düşüyor usuma, Nene Hatunlar... Mustafa Kemal'in kızlarını arıyor gözlerim, Cumhuriyet kadınlarını... İzlencelerde yoktular. Yoksa o güzel kadınlar, o güzel atlara mı binip gitmişler? Eyvah!

******************

Yönetim başında olanlar, aymazlık, sapkınlık ve üstelik hayınlık içinde bulunabilirler.
Dahası, yönetim başında olanlar, kişisel çıkarlarını yurdumuza girip yayılmış olan dış düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler.
Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin genç kuşakları! İşte bu ortam ve koşullarda bile ödevin Türk bağımsızlığını ve cumhuriyetini kurtarmaktır.

*

İktidara sahibolanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.
Hattâ bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhidedebilirler.
Millet, fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey türk istikbalinin evlâdı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır.
Ege 03.04.2009
EGE’DEN

Ampul Sönerken...

SERDAR KIZIK


AKP İzmir’de hezimete uğradı, Ege’de kolu kanadı kırıldı.

Ege, kıyı kentleri AKP’ye geçit vermedi.

AKP ampulleri karardı.

İstanbul, Ankara ve büyük kentlerde oy sayımı sırasında elektrikler kesilmeseydi, belki de patlayan ampul sayısı daha da artacaktı.

İşsizlikten bunalan, ekonomik krizle boğuşan, yaşama biçimine yönelik tehditleri algılayan halk, tarihi bir ders verdi anlayana.

12 Eylül dönemini andıran, on binlerce telefonun dinlenmesiyle oluşan hak ve özgürlük ihlallerine, anti demokratik uygulamalara, soruşturmalara ve davalara hayır dedi.

Cumhuriyet mitinglerine katılanları bile darbeci gösteren anlayışa dur dedi.

Cumhuriyetin değerlerine, laikliğe sahip çıktı. Yaşama biçimini ve alanlarını daraltma çabalarına geçit vermedi.

Üretici, kendisini yoksulluğa sürükleyen iktidara ders verdi.

İktidar kaybetti, muhalefet kazandı.

Manisa, Balıkesir ve Uşak'ta bazı sosyal demokratlar da AKP’nin karşısında en güçlü gördüğü adaya oy verdi. Bu illeri MHP’nin kazanmasında bu yaklaşım da etkili oldu.

AKP, Ege’de salt Denizli’yi kazanırken, geçen seçimlere göre önemli ölçüde oy yitirdi.

Tarihi sonucun alındığı İzmir’e gelince, 30 ilçeden 28’i, oy patlamasıyla CHP’nin oldu.

Nasıl oluyor da ampuller söndükçe ortalık daha da aydınlanıyor?

Seçimin ertesi sabahı sokaklarda, işyerlerinde, evlerde gülen yüzler artmıştı.

Çevreden umutları büyüyen bir çok insanın CHP’ye üye olmak için örgütlere başvurduğu haberleri geliyor.

Başarılı bir seçim sürecini götüren CHP İl Başkanı Rıfat Nalbantoğlu, alınan sonucun sürpriz olmadığını söylüyor. Öyle ki 30’da 30 hedefine ulaşamadıklarından ötürü üzüldüğünü vurguluyor.

Nalbantoğlu’nun çok yerinde bir tespiti var; rekor sonuçta kişisel pay arayanlara karşı çıkıyor:

“Parti olarak seçim sürecinde herkes elinden geleni yaptı, ama en büyük başarı İzmir halkınındır”

Nalbantoğlu, çok sağlıklı bir değerlendirme yapıyor. Her ne kadar Aziz Kocaoğlu gibi kişisel özelliklerinden ötürü partinin oyunu yükseltenler varsa da, bazı adayların CHP içinde bile tartışıldığı bilinen bir gerçek.

Bu nedenle CHP’li olmayan, hatta merkez sağda yer alan ve AKP’yi yaşama biçimlerine tehdit olarak algılayan bir kesimin de mührü altı oka bastığını dikkate almak gerekiyor.

Yani CHP ve adaylar kadar AKP karşıtlığı da İzmir ve Ege’de belirleyici oldu.

DSP’nin beyefendi Konak adayı Erdal İzgi, seçimlerin ardından teşekkür için geldiği gazetemiz bürosunda, iki merkezli bir korku alanından ötürü oy almadığını söyledi.

Seçmenin AKP’den ürkmesi nedeniyle eğilimlerini CHP’ye kaydırdığını biz de saptamıştık. Ancak örneğin Bayındır’da CHP’nin 14 oy farkla seçimi kaybettiğini ve DSP adayının burada 108 oy aldığının da altını çizelim. AKP Bayındır’da bu ayrılık ve gayrılıktan ötürü kazandı.

Bir çok yurttaş DSP ve CHP ayrılığını anlamıyor, onaylamıyor. Kaldı ki seçim öncesi bazı DSP milletvekilleri bile oyların CHP’de birleşmesini istemişti. Umarız son seçim, bu anlamda ders olur.

Şimdi sıra CHP ve MHP’li yerel yönetimlerin beş yıllık süreçte nasıl bir yol izleyeceğine geldi.

Unutulmasın ki halk çıkarına, yolsuzluktan uzak uygulamalar iktidar partisini gün be gün eritecektir...

serdarkizik@cumhuriyet.com.tr

Ege 03.04.2009
Nalbantoğlu, parti olarak çok çalıştıklarını, ancak seçimdeki başarıda en büyük payın İzmirlilere ait olduğunu söyledi

‘Başarı İzmir halkının’

CHP İzmir İl Başkanı Rıfat Nalbantoğlu, seçim sürecinde partililerin gücünü birbirine karşı kullanmamasının önemli olduğunu dile getirerek 'Kol kola girip kenetlendik. İzmirliler de dayanışma içinde olduğumuzu, doğru projeler ve adaylarla ortaya çıktığımızı gördü' dedi.

HAKAN DİRİK

İzmir'deki 29 Mart yerel seçim sonuçları, AKP'yi kendisini sorgulamaya iterken, büyükşehirin yanı sıra kentin 30 ilçesinden 28'ini kazanan CHP'liler büyük sevinç yaşıyor. Ancak bir CHP'li var ki, hem üzgün, hem de kızgın olduğunu söylüyor. CHP İzmir İl Başkanı Rıfat Nalbantoğlu, “30'da 30” hedefiyle yola çıktıklarını, Tire ve Bayındır'da seçimi kazanamamalarının kendisini kızdırdığını ve üzdüğünü dile getiriyor.

Nalbantoğlu, öyle bir dönemde göreve geldi ki, tam “ateşten gömlek” diye adlandırılan cinsten. O, koltuğa oturduğunda, belediye başkan adayları açıklanmış, diğer aday adayları ayaklanmış durumdaydı. Üstelik belediye ve il genel meclisi üyelerinin listesi henüz açıklanmamış, bu listelere giremeyecek yüzlerce kişinin potansiyel tepkisi de kapıdaydı. Tüm bunlara CHP'lilerin enerjisini birbirine karşı kullanma alışkanlığı da katılınca işi hiç de kolay değildi Nalbantoğlu'nun.

Seçime 1.5 ay kala CHP İzmir örgütünün başına geçen Nalbantoğlu, partililerin gösterdiği güvenle sorunları aştıklarını söylüyor:

“Hem partili arkadaşlarımızın bize gösterdikleri güven, hem onları yakından tanımanın verdiği avantajla yola çıktı. Ortaya koyduğumuz projeye herkes sahip çıktı. Çok kısa sürede derlenip toparlandık.”

Sancılı aday adaylık süreci, seçimdeki rekor başarının ardından yerini “başarıyı sahiplenme yarışına” bıraktı. Ancak Nalbantoğlu, başarıdan kendisine pay çıkarmaya çalışanlara set çekerek, “Parti olarak seçim sürecinde herkes elinden geleni yaptı, ama en büyük başarı İzmir halkınındır” diyor.

Aslında elde edilen sonuç, onu tam olarak tatmin etmiyor. Çünkü “30'da 30” hedefinin tutmamasına üzüldüğünü söylüyor:

“İlk günden beri hedefimizin 30 ilçe olduğunu ifade ettik. Bu bir seçim iddiası değildi. Bilimselliğe gerçekten inanıyorum. Göreve büyükşehir belediyemizin yaptığı anketleri isteyerek başladık. Sürekli anketlerle süreci izledik. Mahalle bazında bile çalışmalar yaptık. Nerelere yüklenmemiz gerektiğini, kararsız oyların nerelerde yoğunlaştığını belirledik. Bu başarı, kesinlikle tesadüf değildir. Ben gerçekten 30 ilçeyi bekliyordum. İki ilçeyi kaptırdığımız için kızgınım, üzgünüm.”

Seçim öncesi gerek eski il başkanı Kemal Karataş'la İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu arasındaki tartışmalar, gerek partililerin kendi içindeki çekişmelerinden ortaya çıkan “kavgalı parti” görüntüsünün aşıldığını vurguluyor Nalbantoğlu. “Kenetlendik. Kol kola girdik” diyor: “Gücünü birbirine karşı kullanmayan partililer, doğru projeler ve doğru adaylarla ortaya çıktığınız zaman İzmirli bunu hemen algılar. Biz seçim sürecinde kol kola girmiş, dayanışma içinde bir görüntü verdik. Bu yalnızca görüntü de değildi, zaten durumumuz böyleydi.”


BOZKIRA GİRECEĞİZ


Yönetim ve aday listelerini oluştururken İzmir'in genelini daha iyi temsil eden kişilerle yola çıktıklarını vurgulayan Nalbantoğlu, 2007'de seçimlerinde ortaya çıkan “deniz kenarına hapsolmuş parti” durumunun bu seçimle birlikte ortadan kalktığını vurguladı. İzmir'deki sonuçların Türkiye'ye de ışık tutacağına inancını dile getiren Nalbantoğlu, şunları söyledi:

“CHP'yi daha da büyütmemiz gerekiyor. Potansiyelimizin ne kadar yüksek olduğu ortada. 2007'de hemen hiç oy almadığımız mahallelerde bile bu kez AKP'yle başa baş oy aldık. Varoş denilen yerlerde oyumuzu yükselttik. İzmir'de iyice kıyıda kalmıştık. Şimdi o görüntüyü aştık. Kıyılardan içeriye, bozkıra da gireceğiz. Buralara girebilmenin yolunu bulmamız lazım. Nasıl Gümüşpala'ya girmişsek, meramımızı anlatmışsak, Nevşehir'e Merzifon'a da girmemiz lazım, Aksaray'da da olabilmemiz lazım. Bunun yolunu bulacağız. Ben Ege'nin, İzmir'in bu anlamda bütün Türkiye'ye ışık tutacağına inanıyorum. Tek şartla, aldığımız sorumluluğun altından iyi kalkalım. Çünkü iş kazanınca bitmiyor. Şu anda sadece kazandık.”

Ege 03.04.2009

AKP'nin İzmir'de kazanabildiği tek ilçede, defalarca sayılan oyları, üreticilere verilen vaatlerin etkilediği ileri sürülüyor


Bayındır’da hesaplar yarıştı

HİCRAN ÖZDAMAR

Kentin çiçek üretim merkezi Bayındır'da seçim tartışması bitmiyor. İlçe seçim kurulu, Bayındır'da önce CHP Adayı Alaattin Çapuk’un kazandığını duyurdu. İtiraz üzerine oylar yeniden sayılınca AKP'nin adayı Mehmet Kertiş 14 oyla başkanlığı aldı. CHP ilçe örgütünün itirazı kabul edilmezken, Kertiş önceki gün mazbatasını aldı. İzmir'in 30 ilçesinin 28'inde belediye başkanlığı kazanan CHP ise il başkanlığı gözetiminde il seçim kuruluna itirazda bulundu.

Bu arada ilçede seçim sonucunu nelerin etkilediği araştırılıyor. AKP'nin seçimlerden önce Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Nükhet Hotar Göksel, İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Taha Aksoy'la birlikte ilçede, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kuruluşu olan İstanbul Ağaç ve Peyzaj A.Ş adına üreticilerle alım garantili çiçek üretim sözleşmesi yapması dikkatleri çekiyor. Bayındır Çiçeklik Kooperatifi'ne üye olmayan 28 üreticiyle toplantı yapıldığı, İstanbul şirketinin üreticilerden Abdurrahman Dalkılıç ve Fatma Eraydın'la anlaşma imzaladığı açıklanmıştı. AKP'nin çiçek alımı için üreticilere yönelik 15 milyon liralık bütçe ayırdığı savlanmıştı.

CHP Bayındır İlçe Başkanı Mehmet Topoğlu, ilçede ayak oyunları yapıldığını öne sürerek, il başkanlığının itirazının kabul edilmesini beklediklerini söyledi. CHP'nin ilçeden, 8 belediye ve 2 il genel meclis üyesi çıkardığını anlatan Topoğlu, “Çiçekçilerimizle bir sıkıntımız olmadı. Seçim öncesi kooperatife üye olmayanların bir anlaşması var. Ama büyük bir etkisinin olduğu düşünmüyorum” dedi.

CHP Adayı Alaattin Çapuk ise, ilçede yurttaşların kullanıldığını belirterek, “Protokolde nasıl bir anlaşma imzaladıklarını bilmiyorum. Gözümle görmediğim şeye inanmam. Ancak burada aşırı bir istihdam sözü verildi. Doğu'daki yardımlardan daha farklı şeyler uygulandı. Ekonominin de bozuk olması, maddi sıkıntıların fazlalığı sonucu etkiledi. Çok yalanlar söylendi” diye konuştu.

Ege 03.04.2009

Ege 03.04.2009
PATİKA

Hayatımız Ege, Aşkımız İzmir...


HALUK IŞIK


Hep kötü şeyler olduğunda, “Ben demiştim” diyerek hayıflanılmaz ya! Biraz da güzel bir sonuç için kullanalım; “Ben demiştim!” Meraklısı, iki hafta önceki Patika’nın bitiş tümcelerine bakabilir; “2009 baharı, çölleşmeye cesaret vermeyecektir. Sarayköy’den Güre’ye 'Ege duyarlığını' göreceğiz.” Ne demek istediğimizi anlamak için, seçim sonu yayınlanan haritalara bak; tam batıda, giderek gelincik tarlasına dönüşen bir bölge göreceksin, adı Ege’dir. Ege’nin tam kıyısında da, bir güzel kent vardır, adı İzmir. Baktıkça nasıl da için sıkılıyor değil mi, haydi itiraf et. Örneğin, bak sen şu Bademler’e, gelincik bayramına “Benden yüzde 90!” diyerek su taşımış. Buna sen şaşırırsın, bizim gözlerimiz yaşarır...

Ne sanmıştın, sırf istedin diye, “Al sana Ege, buyur işte İzmir” mi diyeceklerdi? Hiç tanımadığın yerleri, hiç tanımadığın sahiplerinden nasıl talep edecektin? Ömrümüz bu topraklarda geçti, kızımıza “Ege” adını vermek için nasıl yakışmaya çalıştık, hakettiğimizi göstermek için hala nasıl didiniriz, anlatsak anlar mısın?

Bunun için Karaburun dağlarında, katırtırnağı kokusuyla sarhoş olmayı bileceksin arkadaşım, her birine bir Bedreddin yoldaşı elinin değdiğini bileceksin. Örneğin Aydın’da, incire tadını veren o inatçı vakarla kardeş olacaksın... Ege’yi anlatmakla bitiremeyiz de, sen bu topraklarda epey dolaştın, anlatmadılar mı, Ege nasıl bir hayat haline dönüşür? O hayatı sen alamazsın, onu sana Ege armağan eder. Bilmeyen için acı, hakederek yaşayan için keyifli bir gerçektir.

Gelelim aşkımız İzmir’e... Çok mu istemiştin? Peki, sordun mu kendine;

“Bir kent neresinden sevilir / İnsanlarının gözbebeklerinden mi? / Islıklarından mı yoksa / Sabah kepenklerini açarken / Ya da okula giderken kırlangıç sevinciyle?

Dallara takılan uçurtmalarından / Sevilebilir mi bir kent? / Ne bileyim uyuklayan kedisinden / Denizinden, çiçeğinden sevilebilir mi?

Bir kent neresinden sevilir / Yaşanmasa yazık olur şiirinden mi? / Gara ulaşan treninden, çekilen hasretinden / Rakı içip türkü söylemesinden olabilir mi?

Bir 9 Eylül sabahında sormuştu / Bornova taraflarından / İzmir’e giren biri / 'Bir kent bu kadar sevilir mi?' / Şimdi yanıtı / Halkapınar Şehitliğinde / Başucunda fısıldaşan / Fesleğenlerde gizli...”

Bunları bilmeden anlamadan sevemezsin, ondan sevgi göremezsin. İzmir bilgedir, bir bakışta anlar. Şiire meraklıymışsın, yazar mısın bilemem, okumayı severmişsin. Ne demek istediğimizi, yine bir şiirimizle dillendirelim öyleyse. Konuşmalarında sürekli “İzmir” demişsin ya, arada “9 Eylül”den dem vurmuşsun ya; işin aslı şudur:

“Sen '9 Eylül' dersin iki kelime / Ben değişen yazgı anlarım / Özgürlük anlarım, bağımsızlık / Sen 'İzmir' dersin iki heceyle / Ben sevinçten ağlarım...

Tarihin başı mı dönmüş / Şimşek hızıyla geldiklerinde? / Şaşırmış mı toprak / Ayakları yere değmeyen atlar geçerken? / Önce deniz mi görmüş / Kavruk yüzlü neferleri? / Bugün 9 Eylül / Tam sırasıdır canlandırmanın hatıraları...

Sen '9 Eylül' dersin iki kelime / Ben onurlu bir halk anlarım / Rüzgarın çevirdiği sayfa anlarım / Sen 'İzmir' dersin iki hece / Ben saygıyla ayağa kalkarım...”

halukisik@gmail.com

Cumhuriyet 03.04.2009
2009 Mart yerel seçimleri AKP liderinin ateşli bastırmasıyla bir genel seçim havasına büründü

Seçim AKP için fiyaskoydu

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hitabet gücüne ve toplumun ezilmiş kesimlerine umut dağıtarak o düzeylerde yarattığı karizmaya bağlı bir mitingler koşuşturması ortaya çıktı. Başbakan’ın sert, alaycı ve sinirlerine sıkça mağlup olan üslubuyla kitlelere bilinen mesajların yeniden iletilmesine çalışıldı.

İl Genel Meclisi denen kurum toplumsal yapımızda ve gündelik yaşamda varlığı ve ağırlığı hissedilen bir oluşum değildir. Ancak il genel meclisi seçimlerinde kentsel-kırsal tüm yörelerde oy kullanıldığı için bunların sonuçları genel seçim sonuçları ile karşılaştırılma şansına sahip oluyor. İl genel meclisi üyeliğinin milletvekilliği ile karşılaştırıldığında önemsiz bir konumda bulunmakta olup bu yüzden bu üyeliklerle ilgili seçime yurttaşlar çok da fazla ilgi göstermezler. Ancak 2009 Mart seçimleri AKP liderinin ateşli bastırmasıyla bir genel seçim havasına büründü. Dolayısıyla bir önceki 2007 genel seçimiyle karşılaştırılması pratik anlam kazandı. AKP’nin oy oranlarının yüzde 46.6’dan yüzde 38.9’a düşmesi kendileri adına büyük bir yenilgi anlamı taşıdı. Biraz soyut kavramlar olan yüzde oranları yerine kullanılan oy ve alınan oylara bakıldığında bu durum daha aşikâr biçimde kendini göstermektedir.


Garip ve tartışılabilir bir büyüme


Bir önceki genel seçimde 42.8 milyon mertebesinde gözüken kayıtlı seçmen sayısı 2009 Mart ayı için 48.4 milyona sıçramış bulunmaktaydı. Aslında bu artış ülkedeki nüfus artış hızıyla hiçbir uyum göstermeyen, garip ve tartışılabilir bir büyüme niteliği taşıyordu. İstatistiksel bilgilere aşinalığı olanlar bu sayısal büyümenin anormal olduğunu ilk ilan edildiği dönemden itibaren dile getirdiler. Ancak Yüksek Seçim Kurulu’nun belirleme yetkisi dolayısıyla yapılan itirazlar ve hatırlatmalar bir değişikliğe yol açmadı.

Ülke çapında sandık başına gidenlerin, henüz resmileşmemiş bir bilgi olarak 40.5 milyon seçmenin oy kullandığı tahmin edilmektedir, bu da seçime katılma oranının yüzde 84 olduğunu göstermektedir. Seçimlere katılma oranının yüzde 90’ların üzerinde olduğu 1980’li yıllardan sonra 1990’lı yıllar boyunca bu oranın yüzde 85 düzeylerine düştüğü gözlenmiştir. 2002 seçimlerinde bir en alt değer olarak yüzde 79’dan geçen katılma oranı 2007’de yüzde 84’ü yakalamıştır.


AKP yerel seçimi genel seçim havasına soktu


Yerel seçimlerde genelde daha az oy kullanılır olmasına tanıklık edilmesine karşın 2009 Mart’ında bu oranın yüzde 80’in epey üzerinde gibi gözükmesinin üzerinde biraz durulmalıdır. AKP ve Tayyip Erdoğan bu seçimi bir genel seçim hesaplaşmasına sokmak için ellerinden geleni yaptılar. Olayı orta ve iri boy kentlerde kendini sırıtarak gösteren imar düzensizlikleri, zevksizlikler, plansız toplu konut siteleri çılgınlığı ve tüm bunlarla bağlantılı yandaş kollayıcı parasal bozukluklar, yolsuzluklar düzeyinden çıkarmaya gayret ettiler. ‘Gazze kahramanlığı’ kavramını da kullanarak AKP’nin dış politikadaki ve dünya ilişkilerindeki başarılarının övgüsüne dayanan bir kampanya sergilediler.


Sinirlerine mağlup olan bir başbakan


Ekonomik güçlükleri evrensel krize bağlayarak, bunun Türkiye’yi etkilemeyen bir gelişme olduğunu anlatmaya çalıştılar. ‘Hizmet veriyoruz, hizmet yapıyoruz’ ve gizlice söylenmiş olarak ‘Şimdi karşılığında sizden oy istiyoruz’ sloganlarıyla kampanya yürüttüler. Bunun sonucunda da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hitabet gücüne ve toplumun ezilmiş kesimlerine umut dağıtarak o düzeylerde yarattığı karizmaya bağlı bir mitingler koşuşturması ortaya çıktı. Başbakan’ın sert, alaycı ve sinirlerine sıkça mağlup olan üslubuyla kitlelere bilinen mesajların yeniden iletilmesine çalışıldı. İki ana muhalefet partisi ve onların liderleri çok sert dille eleştirildi. Medyanın bazı kesimleri sert biçimde azarlandı. Ergenekon dosyası ile ilgili yapılması gerekenden çok daha hafif eleştiriler dile getirildiğinde ve bunun hukuki bir dava olmaktan öte bir siyasal hesaplaşma mekanizmasına çevrildiği söylendiğinde Başbakan Tayyip Erdoğan çok sinirlendi. Bir hukuk davası olması gereken bu Ergenekon işinin savunuculuğunun, savcılığının ve yargıçlığının hepsini birden üstlendi.

Şuursuzca bir koşuşturmanın ve gelip gitmenin dinamiğini ayarlama, organizasyonunu yapma yönünden AKP merkezi ve il örgütleri aslında başarılı olmuş gibi gözüküyorlar. Ancak AKP’nin seçim kampanyasını oturttuğu politika ve toplum yönetimi anlayışı öylesine yanlıştı ki bu parti için bu seçim fiyaskosu kaçınılmazdı. AKP 2007 seçimlerinde aldığı 16.3 milyon oya göre yaklaşık 1 milyon oy kaybıyla 15.5 milyona düşmüş gibidir. Oysa ne kadarının oy kullandığı tam belli olmamakla birlikte yeni seçmenler nezdinde AKP’nin yeni risklere girmeden mevcutla idareyi göze alabileceklerin çokluğu dolayısıyla tercih edilmesi beklenirdi. Bir ölçüde belki öyle de olmuştur. Bu olgu da hesaba katıldığında AKP’nin 2007 tabanına göre 1 milyonu çok aşan bir kayıpla seçim çıkarmış olduğu anlaşılmaktadır. 1980’ler ANAP’ının, o dönem sonunda genel seçimden yerel seçimlere geçerken başlayan kan kaybının bir benzeri ortaya çıkıyor gibi.


Yandaşlar CHP’den hiç bahsetmediler


2007 bağımsız oylarının DTP oylarına dönüşerek bir miktar büyümesi, Saadet Partisi oylarının bir miktar artması AKP’deki azalmaların buralara yönlendiğini bir miktar düşündürtmektedir. Ancak seçim akşamı televizyon ekranlarında boy gösteren birkaç aklı başında konuşmacı hariç çoğu uzman adı altındaki yandaş budalalar topluluğu, AKP’nin asıl büyük kayıp alanı olan CHP’den hiç bahsetmemeyi becermişlerdir.

CHP+DSP’nin oy oranları 2007’ye oranla yaklaşık yüzde 21’den yüzde 26’ya fırlamıştır. Oy rakamı olarak da bu 7.3 milyondan neredeyse 10 milyona yaklaşan bir büyümeyi göstermektedir. İkinci muhalefet partisi MHP de 2007’nin 5 milyonundan ve yüzde 14.3’lük oy oranından 6.4 milyona ve yüzde 16.1’lük bir oy oranına sıçramıştır. Belirsiz orta sahadaki birikimler 2007’nin çok özel koşullarında kesintisiz ve kırpıntısız AKP’ye yönelmiş iken durumun artık farklılaşmaya başladığı gözlenmektedir. Bir zamanların güç kaynağı olan DYP (şimdiki DP) ve ANAP’ın geriye kalan bir miktar oyları son iki seçimde olduğu kadar rahatlıkla AKP’ye yönelme eğiliminden artık çıkmıştır. Yeni yönelim seçenekleri MHP ve SP olarak kendini göstermektedir. Bu tabandan bir miktar CHP’ye bile oy gitmiş olması ve bundan sonra da gidebilecek oluşu ayrıca anlamlıdır.

AKP’nin kolu kanadı kırıldı


Sadece il genel meclisi sonuçlarına değil, bazı belediye başkanlıklarının el değiştirmesi durumlarına bakıldığında, AKP’nin kolunun kanadının yine bir hayli kırık olduğu gözlenmektedir. Bu satırların yazarının Cumhuriyet’teki son seçim öncesi politik hava değerlendirmesi yazısında dile getirmiş bulunduğu Antalya ve Adana yer değiştirmesi gerçekleşmiştir. Ayrıca Van, Urfa, Siirt’te 2004 atmosferinin gevşekliği içinde rahatlıkla kazandığı belediye başkanlıklarını AKP bu kez gerçek sahibi olan DTP’ye iade etmiştir. Diyarbakır ve Batman’ı alabilmek için sarf ettiği büyük paralar ve gayretler sonuçsuz kalmıştır.

Öte yandan, kendi halindeki bir Tunceli’de oranın insanına karşı çok küçümseyici bir tavırla yönettiği mal dağıtımı kampanyası bir işe yaramamıştır. Batı Karadeniz ve Ege yörelerinde Giresun, Sinop, Zonguldak, Bandırma, Balıkesir merkez, Manisa merkez ve Aydın’da belediye başkanlıkları bilinen eski sahiplerine iade edilmiştir.

Edirne yine ders verdi


Edirne’de hakkında bin türlü dalaverenin çevrildiği, parasal ve kişisel ahlakı yüksek CHP’li belediye başkanı gözaltında süründükten sonra yine büyük bir oy farkıyla o yöreden AKP’yi bir kez daha kovmuştur. AKP İç Ege’de Ankara dahil (maalesef) doğuya doğru uzanan Orta Anadolu Bölgesi’nde hâlâ varlığını sürdürmektedir.

Ancak oy gücü tüm o yörelerde de azalma yolundadır. 29 Mart gecesinin ekran değerlendirmelerinde renklere boyanmış haritaların başındaki bilgi vericiler oy oranı değişimlerinden hiç söz etmedikleri için, ülkenin hâlâ büyükçe bir kesiminin AKP kontrolünde olduğu izlenimi yaratılmıştır. Oysa 2007 genel seçimlerinde nasıl ülke çapında her yerden birden bir güçlü varlık olarak ortaya çıktıysa 2009’da da bütün bölgelerde birden zayıflamış bir görüntü sergilemektedir.


SÜRECEK

Cumhuriyet 03.04.2009

Reha Erdem’in son filmi

Cumhuriyet 03.04.2009
Sinemamızın sayılı yaratıcı yönetmenlerinden Reha Erdem’in ulusal ve uluslararası festivallerde nedense ödülsüz bırakılan son filmi gösterimde

Hayat hayata tutunurken


SUNGU ÇAPAN

Küçük bir kızın büyüme sorunları üstüne, 20 yıl öncesinin Rumelihisarı’ndaki o eski kırmızı tuğlalı kulede çektiği, öncü ve şiirsel nitelikteki ilk filmi A Ay’la (1989) kendine özgü bir yaratıcı yönetmen olarak gönül düşürdüğümüz Reha Erdem, o tarihten günümüze uzun fasılalarla çalışarak az ama öz film yaptı, Kaç Para Kaç (1998), Korkuyorum Anne (2004) ve Beş Vakit (2006) gibi. Başyapıt nitelemesini gerçekten hak eden Korkuyorum Anne’sini özellikle çok beğendiğimiz Erdem, gösterimde ikinci haftasını sürdüren son eseri (şimdilik beşinci filmi oluyor) Hayat Var’la bu kez boğazın öte yakasına geçip Anadoluhisarı-Göksu’daki döküntü bir evde, görünürde balıkçı babası ve oksijen tüpüne bağlı, yatalak dedesiyle yaşayan, yeniyetmelikten kadınlığa geçişin sancılarıyla Lolitamsı halleri içindeki, yoksul, pasaklı, suskun ama hayata sıkı sıkı tutunmaya da çabalayan bir kızın büyüme ve yetişme sorunlarına el atıyor yine ve yeniden. İstanbul cangılının her nasılsa hâlâ betona boğup doğal güzelliğini bozamadığımız, kıyıda köşede kalmış, cennet gibi mekânlarını bulup seçerek layıkıyla kullanan Erdem, sevgiden ilgiden yoksun, okulunda dışlanan, hayatın darbelerini yedikçe içine kapanarak hıncını bahçedeki tekmeleyip durduğu hindisinden çıkaran, masumiyeti gitgide kirlenen kahramanı Hayat’ın (Elit İşcan) dünyaya bakışı va hissiyatı üzerinden anlatıyor 14 yaşın engebeli arazisinde geçen travmatik hikâyesini, bölük pörçük pasajlar ve kolajlar halinde. Askerdeki babasını bırakıp bir erkek kardeş doğuracağı, küt kafa bir polisle ikinci evliliğini yapan annesi (Banu Fotocan) arada bir uğrayıp sözüm ona ilgileniyor uzun saçlarını kesmek istediği kızıyla. Tekdüze bir yoksulluk ortamında, çevresi çoktan kaybetmiş yetişkinlerle kuşatılmış, derme çatma bir düzende ve ensest imalarından geçilmeyen, habire hamsi, rakı, sigaraya talim edilen, sevgisiz bir ailede var olmaya çalışan bu uyumsuz kara ördek yavrusunun babasıysa (Erdal Beşikçioğlu), boğazdan geçen, irili ufaklı tankerlerdekilerin kadın, uyuşturucu, vb. gereksinimlerini gideren, kaçak viski, içki gibi yasadışı işlere karışmış, karanlık ama sevecen bir küçük üçkâğıtçı. Kızına, tekrarlarıyla seyirciyi sinir eden, şarkı söyleyen, kırmızı bir bebek de hediye ediyor.


KARAMSAR VE KASVETLİ...

Fındık kabuğu kadar küçük teknesiyle büyük gemileri sollayıp denizi yararak tan vakti, sisler içinden çıkageldiği evine oldukça az uğrayan babacık, kızını sık sık lezbiyen komşu Kamile ablaya (Handan Karaadam) emanet ediyor ancak hayvan seven, bu komşu teyzenin tacize varan, sürekli ilgisinden mustarip aslında Hayat. Sürekli öksüren, çıkarcı, ağzı bozuk dedenin evdeki kaprisleri bir yandan, çökmüş eğitim sistemimizin hali pür melalini gözler önüne seren, okuldaki adaletsizlikler öte yandan, her şeyin üstüne üstüne geldiği ve çevresiyle konuşmaktan çok gitgide hırıltılı-mırıltılı, tepkisel bir iletişim kuran, bebek kardeşi gibi parmağını emen Hayat’ı nerdeyse ruh hastasına çeviriyor bütün bu kuşatıldığı olumsuz koşullar. Kamile ablanın yanı sıra, ısrarla babayı arayıp duran meczup ağbi (Nebil Sayın), tecavüzcü bakkal amca gibi yan tiplerin de boy gösterdiği filmde, zaman ve mekândan soyutlanmış, karamsar, kasvetli bir atmosfer kuruyor yönetmen, tıpkı önceki işlerindeki gibi.


SERT, HAZMI ZOR BİR FİLM

Gündelik yaşamda tanığı ve kurbanı olduğu tüm adaletsizliklere, sevgisizliklere karşı suskun direnişiyle bir an önce büyüme çabası içindeki bu küçük kadının ona kesik, türküler çığıran, Fener taraftarı, yanık sesli, Kürt çırak oğlanla (Erhan Tekin) bir çeşit çıkış ve başkaldırı coşkusu içinde motora atlayıp denizi yara yara rüzgâra karşı canavarımsı kocaman şileplerle yarıştıkları, mutlu sonumsu bir finale bağlanan Hayat Var, sancılı bir büyüme döneminin aşamalarını gözümüze sokuyor. Bu kez her şeyi anlatmamayı seçip seyircinin beklentileriyle oynamayı yeğlemiş, genelde anlam yaratma peşine düşmüş yönetmen, kimi tekrarların özellikle vurgulandığı, boşluklu bir yapıda, gevşek bir tarzda kurulmuş filmde dillendirilmeyen çok şey seyircinin algılamasına bırakılmış. Tanker homurtusu, uçak uğultusu, canhıraş sirenler, martı, karga çığlıkları ve Orhan Gencebay, Mine Koşan şarkılarıyla bezeli soundtrackiyle görsellik kadar seslerin de ağırlık kazandığı Hayat Var, vıcık vıcık arabesk hissiyatlar yayıyor.

Sakız gibi yapışkan duyarlıklar, malumu ilam, tekinsiz durumlarla sürerek her an kızın başına bir iş gelmesini ya da onun sözgelimi astımlı dedesine bir kötülük yapmasını beklediğimiz film, konusundan anlatımına, çerçevelemelerinden montajına, görselliğinden seslerine kadar belirgin bir ustalığın ürünü sonuçta, ortalama seyirciyi yer yer kıvrandıran, huzursuz, rahatsız eden bir yaratıcı yönetmen eseri. Önce yadırgatıp sonradan koyan, sert, hazmı zor bir film.

Cumhuriyet 03.04.2009

31 Mart 2009 Salı

TÜRKÜLER DOLUSU

TÜRKÜLER DOLUSU

Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Bin bir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına
ilmik ilmik,damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü , kör topal kabulüm
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm

Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
insancasına, erkekçesine
'Bana bir bardak su' dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak .
Ah bu türküler köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarılır içim
Kan damlar ucundan, mürekkep değil
işte söz, işte ses, işte biçim:
'Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar'
iliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen...

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Dergi 29.03.2009
PAZAR SÖYLEŞİLERİ

Söylemiyor gibi söylemek...

ATAOL BEHRAMOĞLU

Başlık biraz dolambaçlı oldu, biliyorum. Ama işin aslı da öyle. “İma etmek” de diyebilirdim ama tam olarak o da değil. Fransa’da siyasi göçmen olarak bulunduğum yıllarda, Fransız resmi makamlarıyla yazışmalarda, ilk kez tanık olmuştum bu dolambaçlı üsluba. Bir isteğinizi, herhangi bir talebinizi reddederlerken, bunu (hadi argosuyla söyleyeyim) “pattadak” dile getirmiyorlar. Lafı dolaştırıyor, eveleyip geveliyorlar. Araya da bir sürü nezaket sözü sıkıştırmayı başarıyorlar. Sonra, yanıt yazısının sonlarına doğru, talebinizin kabul edilmeyeceğini sezinliyor, sonunda da sezginizin doğrulandığını görüyorsunuz.

Bu dolambaçlı, evelemeci gevelemeci üslup, söylemiyor gibi söylemek, salt Fransızcaya (ve Fransızlara) mı özgüdür bilemem...

Fakat geçen gün bizim gazetede okuduğum bir haberde, günümüz Türkiye Milli Eğitim Bakanı’nın bir açıklamasında, amaç farklı olmakla kalmayıp tam tersi de olsa, bu üslubun oldukça ilkel bir benzeriyle karşılaştım. Bakanın ne dediği anlaşılamıyor ama yine de anlaşılıyor... Konu, Denizli İlköğretim Okulu sosyal bilgiler öğretmeni Salih Pehlivan ile ilgili. Öğrencilere dağıttığı notlarda “Padişahlık gerçek cumhuriyet rejimidir, padişahlık rejimi diğer sistemlerin hepsinden adaletlidir” gibi laflar bulunduğu iddia edilen bu Pehlivan hakkında ne gibi bir işlem yapıldığı, CHP Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün bir soru önergesiyle Milli Eğitim Bakanı’na yöneltilmiş.

Bakanın yanıtından öğrendiğimize göre, Pehlivan hakkında yapılan soruşturma sonucunda hazırlanan raporda, bu kişinin “Karı dövmenin uygun olduğunu” söylediği belirtilmiş; ancak “Cumhuriyet düşmanı, laiklik karşıtı olduğu ve öğrencilerin beynini yıkadığı” iddialarının asılsız olduğu ifade edilmiş... Şimdi siz söz konusu rapordan ve Bakan’ın yanıtından ne anladınız?

Derken, Bakan’ın şu sözleriyle karşılaşıyoruz:

“ Soruşturma sonucu düzenlenen rapordan, öğrencilere dağıtılmış olan ders notları ve vermiş olduğu ödevlerin 8. sınıf TC İnkılap Tarihi müfredatında bulunmadığı anlaşılmaktadır.”

Az önceki soruyu kısaltarak yineleyelim: Ne anladınız? Ben, bu dolambaçlı sözleri bir kaç kez okuduktan sonra şunu çıkarabildim: Bu kişinin öğrencilere dağıttığı notlar ve verdiği ödevler, “müfredat”ta yer almıyormuş.

Bu işleri (yine argosuyla söyleyelim) “kendi kafasına göre” yapmış. Peki, bu notlar ve ödevlerde “karı dövmenin uygunluğu...” dışında her hangi bir görüş, öneri vb. yer almıyor mu? Bunu anlayamıyorsunuz...

Soruşturma sonucunda verilen bir ceza, uyarı filan? Bunu da öğrenemiyorsunuz. Çünkü Bakan’ın bu konularda bir açıklaması yok... Ama anlamanız gerekeni yine de anlıyorsunuz... Çünkü “karı dövmenin uygunluğu”ndan söz eden bir kafanın, 8. sınıf öğrencilerine verdiği ders notlarında ve ödevlerde başkaca ne gibi “herze”ler bulunacağını tahmin etmek çok da güç olmasa gerek... “Öğrencilerin beynini yıkadığı” iddiası da asılsız bulunduğuna göre, görevinin başında olduğundan da kuşku yok...

Gelelim Milli Eğitim Bakanı’na... Çoktandır ondan söz etmemiştik... Başbakanı’ndan sıra gelmediği için...

Denizli’deki skandalı, dolambaçlı bir üslupla, eveleyip geveleyerek maskelemeye çalışan kişi, ne kadar söylememeye çalışsa da, Milli Eğitim’de dönen karanlık dolapların üzerini örtmeyi başaramadığı gibi, onları daha çok gözler önüne seriyor. l

ataolb@cumhuriyet.com.tr

29 Ocak 2009 Perşembe

Okudukça

Okudukça
• Arşiv17/9/2005: (*) HAKKINDA NELER DEDİLER?MEHMET AYDIN / ANI / A. ALİ ŞAHİNDEVREKANİ'DEN OĞUZ ATAY / ALİ ŞAHİN ELMAPINARI'NDA 'EĞİTMEN RIZA'NIN EVİNDEALİ ŞAHİN: EN İYİ DERLEYİCİ “KIRMIZI, YEŞİL, MAVİ DENİZ”E SICAK BİR MERHABA… (*)[Ali Şahin] RöportajıCUMOK KASTAMONU KONFERANSI İZLENİMLERİBENDEKİ RIFAT ILGAZ / ANIA. Şahin'in Not DefteriGEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TAŞKÖPRÜ'DE YEREL BASINHOCAM MEHMET 'AYDIN' / ANI RIFAT ILGAZ SICAKLIĞI / İZLENİMRIFAT ILGAZ VE CİDE'Sİ 30 YIL SONRA MUSTAFA POLATLA İZMİR'DE.. / GÜNLÜKTENSARIMSAK / DENEMEGÜNLÜK'ten YapraklarDEVREKANİ'DEN OĞUZ ATAY / İNCELEMEBEBEĞİM... / MEKTUPBÜLBÜLÜN ÇEKTİĞİ DİLİ BELASIURLA'DA "6. CUMALI BULUŞMASI"... / HABER-İZLENİMNAZIM 105. YAŞINDA İZMİR'DE ESİN AFŞAR KONSERİYLE ANILDI / HABER-İZLENİMHALK OZANLARIMIZ, HALK TÜRKÜLERİMİZ VE İHSAN OZANOĞLU / İNCELEMEKENDİMLE YÜZLEŞMELERELMAPINARI'NDA FAKİR BAYKURT'UN EĞİTMEN RIZASI'NIN EVİNDE / GEZİSAPLA SAMANI KARIŞTIRMAMAK2009Ocak 20092008Eylül 2008Ağustos 2008Haziran 20082007Şubat 20072006Ocak 20062005Eylül 2005

17/9/2005 - (*) HAKKINDA NELER DEDİLER?

17/9/2005 - (*) HAKKINDA NELER DEDİLER?
Kategori: Deginmeler
(*) HAKKINDA NELER DEDİLER?____________________________________________________________________ Ad,Soyad: f.suhendanE-mail:suhendancan@yahoo.com Web Adresi: http:// Mesaj: sevdiğim ,değer verdiğim kişiyle sizlere gönülden bağlandım,herkoşulda,ortamda sizleri tanırken ,Kastamonu başlıklı,yada tanıtıcı siteler arasındaki yolculukta çağdaş sesleri duymak kulaklarımın pasını sildi.bağrınızda sakladıgınız kahramanlıklara gölge düşüren yansımalar ardımda bırakıp sizlere burada ulaşmanın,soluklanmanın keyfini yaşadım.Nazım hikmette,Rıfat ILgazda dinlendim,kentinizin damak zevkinde meraklandım,en kısa zamanda yakınen adım adım tanımak dileğim.Çalışmalarınızda başarılar dilerim.esen kalın. Ad,Soyad: nurşen görşenE-mail: nursengorsen@hotmail.com Web Adresi: http://www.gorseldil.egitimi.com Mesaj: emekliliğinizi ne üretken değerlendirmişsiniz müdürüm.(günlük bilgilerinize dayalı varsayım) çok yönlü, duyarlı, renkli kişiliğinizle yarattığınız sitenizi saatlerdir okuyorum, bitiremedim.. kültür-edebiyat kaynaklarını, yorum ve günlüklerinizi, yörenizin sanatsal etkinliklerini, izlenimlerinizi net'e taşıyıp, paylaşıma açmanız ne iyi olmuş; taşköprü'ye , cide'ye kadar gitmiş, etkinlikleri sizin gözünüzle izleyebilmiş oldum. ayrıca bir çok konuda bilgilendim. emeklerinize, yüreğinize sağlık. teşekkür ederim. izninizle sitemde bazı sayfalarınıza link vereceğim. saygılar. Ad,Soyad: Esma UlutepeE-mail: wew_37@hotmail.com Web Adresi:http:// Mesaj: Merhaba.. Bir taşköprülü olarak sitenizi çok begendim.. Yalnız siteye Taşköprülerin tanışıp iletişim kurabilecegi bir FORUM bölümü eklerseniz çok iyi olur..Örnegin boyabatlıların sitelerinde FORUM köşeleri var hatta bende bir tanesine meraktan üye oldum..gördüm ki boyabatllı hemseriler bir bütünlük ve beraberlik içinde forumda.. Neden biz TAŞKÖPRÜLÜLERİN de bir forumu olmasın.. Nette taşköprülülerin buluşabilegi bir ortam yaratırsanız bir çok taşköprülünün bu durumdan memnun olacagı kanaatindeyim.. Saygılar.. Nâzım Hikmet'e hoşgörü(...)Öğretmenime teşekkürGeçen hafta Sait Faik Hikâye Armağanı ile ilgili olarak ödülün 1964'ten itibaren düzenli biçimde verildiğini yazmıştım. "Yazı ve şiirlerimi dikkatle izlediğini" belirten emekli edebiyat öğretmeni Sayın Ali Şahin, ödülün 1981 ve 1982'de verilmediğini, 1993'te de ödüle değer yapıt bulunamadığını bildirdi. Teşekkürler öğretmenim.(Refik DURBAŞ, Sabah; 01.06.2005) Ad,Soyad: kureliler.org küre - fısıldayan ormanE-mail: kureliler@hotmail.com Web Adresi: http://www.kureliler.org Mesaj: İlçemize hasret yüreklere bir nebze olsun su serpebilmek, tanıtımına katkı sağlayabilmek ve birlikte hareket edebilme refleksini başarabilmek adına yayın hayatına başlayan sitemize göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür eder, sitemizin daha geniş kitlelere ulaşması noktasında ilginizi bekleriz. Ad,Soyad: ali haydar nergisE-mail: alihaydar@acikgazete.com Web Adresi: http:// Mesaj: Sevgili Dost. Beni Radikal`den animsarsin.Bir kac kez de yazistik, animsiyorum. Simdi ben... www.acikgazete.com sitesinde köse yazilari yaziyorum.Ara sira bakarsan sevinirim. Sevgi ve dostlukla ali haydar nergis Ad,Soyad: H.İhsan SönmezE-mail: ihsan_sonmez9@hotmail.com Web Adresi:http://www.antoloji.com/huseyin_ihsan_sonmez Mesaj: Ali Şahin Bey'e ve yenidendergi.sitemmynet.com sitesi ekibine başarılar diliyorum.Ad,Soyad: H.İhsan SönmezE-mail: ihsan_sonmez9@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: Sitenizde daha önce yazmış olduğum bir yazımı gördüm ve bu nedenle ziyarette bulundum.Sevgi ve saygılarım yanınızda olsun. yenidendergi ALİ ŞAHİN HOCAM,yenidendergi'yi güzel günlere taşıyın..Görüşmek üzere..Esen Yel Ad,Soyad: Esen YelE-mail: aesenyel@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: Sevgili Barışcan, Güzel çalışman için kutluyorum.. Lütfen hemen Esen Yel'i ara ve siten için ondan yardım al.. Ad,Soyad: Nuri Öcal AltanayE-mail: ocaltanay@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: Ali kardeşim, Böyle bir çalışmayı Kültür Bakanlığı yapmalıydı aslında.Ama sen onlara bedel daha iyisini yapmışsın. Eline,yüreğine sağlık.Candan teşekkürler.Ad,Soyad: Nuri Öcal AltanayE-mail: ocaltanay@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: sevgili Ali Şahin'in yarattığı bu siteyi giderek daha çok seviyorum. Çalışkan ve verimli bir dosta sahip olmak bayağı güzel bir olay. Bir çok benzeri siteden çok daha yararlı olan bu siteye candan teşekkürler. R. Ilgaz'ı unutan nice vurdumduymazlara inat.... Selamlar YAZI EDEBİYAT 4 Kasım 2005 / Sayı: 1 Kültür Sanat DergisiEditör: Oyhan Hasan BILDIRKİ İLK SÖZ"Yazıedebiyat"tan önce TURAEDEBİYAT'ı gezginlerimle buluşturmayı düşünüyordum. Olmadı.Bu site, ötekinin önüne geçti. Bunun da önemli bir öyküsü var. Uzun yıllar önce Kastamonu-Şenpazar'da öğretmen olarak çalıştım. Emeklilikten sonra memleketim Söke'ye yerleştim. Yazmaya ve "internett"e olan ilgim, beni kendi sitelerimi hazırlama düşüncesine itti. İlkin anasitem "oyhanhasan"ı düzenledim.Ancak bu sitede düşündüklerimi uygulaymadım. "Öyle mi olur? Böyle mi olur?" derken, bu defa Kastamonu-Taşküprülü değerbilir Ali ŞAHİN ile tanıştım. Daha doğrusu onun sitelerinde dolaşırken, kendisine de ulaştım.Tanışıp kaynaştık. "Yazıedebiyat"ın altyapısını ona borçluyum. Bağlantı ayarlanmasındA ve sayfa yapılandırılmasında da yardımlarını gördüm. Bu yüzden "Yazıedebiyat", TURAEDEBİYAT'ın önüne geçti.Gösterdiği yakın ilgiden dolayı dost Ali Şahin'e ve bizi yüreklendiren, yönlendirmeleriyle destek olan Esen Yel'e teşekkürlerimle."Yazıedebiyat"ın ilk sayısı ile cümlenize; Merhaba!Oyhan Hasan BILDIRKİAd,Soyad: Oyhan Hasan BILDIRKİE-mail: oyhanhasan@mynet.com Web Adresi: http://oyhanhasan.sitemynet.cok/ayhanhasanbildirki Mesaj: Merhaba, Bugün benim okuma günüm. Dolaştım, siteni yeni haliyle gördüm. Yalanım yok, oldukça başarılı buldum. Harika. Selamlar.Ad,Soyad: Oyhan Hasan BILDIRKİE-mail: hasanbildirki@hotmail.com Web Adresi: http://oyhanhasan.sitemynet.com/oyhanhasanbildirki Mesaj: Önce A.Reader 7.0 kurulacak. A. Reader açılacak. dosy açın üstüne gidilecek. Aç komutu vermek için Bütün Fidanlar Sımsıcak seçilek. Aç denilince mutlaka açılır. selamlar.Ad,Soyad: Oyhan Hasan BILDIRKİE-mail: hasanbildirki@hotmail.com Web Adresi:http://oyhanhasan.sitemynet.com/oyhanhasanbildirki Mesaj: Önce A.Reader 7.0 kurulacak. A. Reader açılacak. dosy açın üstüne gidilecek. Aç komutu vermek için Bütün Fidanlar Sımsıcak seçilek. Aç denilince mutlaka açılır. selamlar.Ad,Soyad: Oyhan Hasan BILDIRKİE-mail: hasanbildirki@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: Bütün Fidanlar Sımsıcak'ı Adobe Reader 7.0 ile açabilirsiniz. Yoksa indir.comda var.Ad,Soyad: Oyhan Hasan BILDIRKİE-mail: hasanbildirki@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: Dostluğumuzun daha da artacağı inancıyla, başarılar dilerim. Oyhan HasanAd,Soyad: Oyhan Hasan BıldırkiE-mail: oyhanhasan@mynet.com Web Adresi:http://oyhanhasan.sitemynet.com/oyhanhasanbildirki Mesaj: Bu gezintiyle çok şey öğrendim. Birkaç festival fotoğrafını şiirlerle sallayaceğim. Selamlar. Ad,Soyad: DURSUN ÖZDENE-mail: dozdene@mynet.com Web Adresi: http://www.antolojim.com Mesaj: sen uyurken sen uyurken gözümü bin mum dağladı kör ateşi uğur sandım mumlar ağladı sen uyurken dolunay ışık sağdı sen uyurken dizimde şarap bağdı deniz yandı güneşle koyun koyuna sen uyurken mavi bulut ağladı-yağdı sen uyurken gözümde gözün dağdı sen uyurken nöbetteydim aşk sağdı avuçlarımda uyuyan büyülü şehir yüreğimdeki coşkulu düşsel nehir sevdamdı içimdeki devasa dişi ışık süzgecinde ayrılık iksiri yeşil zehir sen uyurken gözümde gözün dağdı sen uyurken nöbetteydim aşk sağdı yollar kayboldu kendi içime uzandım öptükçe mor dudaklı menekşe sandım sitemden aşk doğdu ateşten aşk meleği sesin çeliğinde mavi alevinde yandım sen uyurken gözümde gözün dağdı sen uyurken nöbetteydim aşk sağdı dursun özden 24 ocak 2004Ad,Soyad: yildirim tunaE-mail: tunatek2002@yahoo.com Web Adresi: http://yildirimtuna.com Mesaj: Fotograflar harika..Sayfanizda 2 adet fikrami da gorunce cok sevindim..Hobinizin devamini diliyorum. Saygilarimla.. Yıldırım TUNA Ad,Soyad: Komiklik.NetE-mail: aytugakdogan92@hotmail.com Web Adresi: http://www.komiklik.net Mesaj: Siteniz ziyaret edilmeye layik olmuş.Çok güzel.Hemde çok.Ellerinize sağlık.Benim ise forumum var.Sizi ve ziyaretçilerinizi görmekten memnun olurum.Üye olur mesajlarınızı,duygularınızı bizimle paylaşırsanız çok sevinirim.Ayrıca ziyaretçi defterimize de bişeyler karalarsanız gene çok mutlu olacağım.Sitem www.komiklik.net Ad,Soyad: Hidayet DEMİRE-mail: hidayetdemir57@mynet.com Web Adresi: http://www.catalzeytinmem.org.tr Mesaj: Öncelikle Çatalzeytinimiz hakkındaki görüş ve düşünceleriniz için teşekkür ederim. Kendim İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü olarak görev yapıyorum. Çatalzeytin'de bulunduğunuz dönemde yıllık iznimi geçirmek üzere yurt dışında bulunuyordum. Sizin ile ilgili bilgiler bana iletildi. En kısa zamanda tanışmak ümidiyle çalışmalarınızda başarılar dilerim. Ad,Soyad: mesutakmanE-mail: eczmesutakman@hedefim.com Web Adresi: http:// Mesaj: sevgili hocam vede köylüm,öncelikle yapmışolduğunsite vehizmetlerin için seni kutlarım.senden isteğim www.tayproject/veritab.html sayfasında türkiye haritasındakastamonuyu tıkladığınızda benim bilegitmediğim görmediğim çok ilğinç ve taşköprünün muhteşem arkeolojikyörelerine ulaşılıyor. o görüntüleri sitende yayınlaman bence çok güzelbir hizmet olacak...
Ad,Soyad: Hüseyin ErikliE-mail: hsyn301@mynet.com Web Adresi: http:// Mesaj: Sevgili Ali şahin ! Böyle güzel siteler,köy enstitülü öğretmenlerin öğrencisi olmuş,Çorum İlköğretmen Okulu çıkışlı sana yakışıyor....Ad,Soyad: Zerrin Boratav BağçivanE-mail: zerrinbagcivan@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: Kuşadası Eğitim Geliştirme Vakfının M.Sunullah Arısoy 2005 Şiir Ödülü sahibini buldu.Mehmet Başaran, Cevat Çapan,Sami Karaören,Vecihi Timuroğlu ve Burhan Günel'den oluşan seçici kurul Turgay Fişekçi'nin ''Babamın Çamları'' adlı dosyasını ödüle değer buldu.Turgay Fişekçi'ye ödülü 29 Nisan 2006'da Kuşadası'da ,Seçici kurul üyelerinin de katılacağı bir törenle verilecek. KEGEV Adına Zerrin Boratav BağçivanAd,Soyad: mert yigitE-mail: mert-101@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: selamAd,Soyad: HASAN CANELE-mail: hasancanel@hotmail.com Web Adresi: http://spaces.msn.com/sanart50/ Mesaj: Hocam merhaba.. sizin gigiler kaldımıydı mı?..........SİZİ bulduğuğuma sevindim.Hala düşünen ve varız diyen birilerini görmek yaşama sevincimizi artırıyor. Yazılarınız ve ilgi alanlarınız ve de direrenciniz bana dünya gerçekten hala dönüyor mu dedirtecek konumda.Sizi kutluyorum. iyi ki varsınız.inadına yaşamaya devami........hoşça kalın....Ad,Soyad: omerE-mail: omerrsaydak@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: kardeş siteyi iyi hazırlamıssın ama birazda gif. resimleri koysandın ama sayfaya daha iyi olurdu sakın yanlış anlama ........ byAd,Soyad: çağatay ertürkE-mail: melanur_14@hotmail.com Mesaj: jjffffffffAd,Soyad: Esen YelE-mail: Esenceposta@gmail.com Web Adresi: http://alkimsanat.sitemynet.com Mesaj: Merhaba Sevgili Ali Şahin Arkadaşım, Bu güzel çalışmalarınıza bir ad arıyorum epeyce zamandır.. Sanırım buldum.. Aydınlık bir örgüt gibi çalışıyorsunuz.. Başarılarınız sürekli olsun.. Birlikte aydınlık günlere.. ? Esen Yel / Şubat 2006Ad,Soyad: canerayselE-mail: aso_aysel@hotmail.com Web Adresi: http://wwwyasenyahiç Ad,Soyad: BARIŞE-mail: bariscan1903@mynet.com Web Adresi: http://bariscan1903.sitemynet.com Mesaj: BASARILAR DİLERİMAd,Soyad: Hasan Ali KalayoğluE-mail: hkalayoglu@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: Meraba Ali Google'de ismine tesadüfen rastladım. Öğretmen Okulu'ndaki boykot fotoğrefını da koymuşsun ki (bende yoktu) eskileri yad edelim. Okulda aynı devre ama farklı sınıflardaydık. (İskilipliyim.Senin sınıftaki Mustafa Cerit'le birlikte) 1995'te emekli oldum. Şu anda Çorum Final Dershanesi'nde İlköğretim Rehberlik ve Sosyal Bilimler Başkanı olarak öğretmenliğe devam ediyorum. Görüşelim. Selamlar.Ad,Soyad: erhan tığlıE-mail: erhantigli@mynet.com Web Adresi: http:// Mesaj: Sirenizde adımdan söz edildiğini duydum,bulamadım.Belirtirseniz sevinirim.Ad,Soyad: Ali Haydar NergisE-mail: alihaydar@acikgazete.com Web Adresi: http://www.acikhazete.com Mesaj: Sevgili Ali Sahin, Sizin, okur ve yazarlarinizin yeni yilinizi en guzel duygularla kutlar, severek izledigim basrili calismalarinizin devamini dilerim. Ali Haydar NERGIS..www.acikgazete.comAd,Soyad: eyup sabri atayE-mail: eyupsabri37@hotmail.com Web Adresi: http://www.oncevatan.com.tr Mesaj: veb sitelerinde memleketimin adını,güzel haberleri ve değerli dost ve hemşerilerimin faaliyetlerini görünce mutlu olduğumu ifade ediyorum. Bu siteyi hazırlayanları da kutluyorum. Bir eve misafirliğe gidince bile çeketinizi takacağınız bir çivi gerekli olur. Memleketime bir çivi çakanı kutluyorum. Bu imkanı sağlayan yüce Allahıma da şükürler ediyorum. Sayğılarımla. Kastamonulular Dayanışma Derneği Küçükçekmece Şb.Bşk. Azdavay Ekspres Gazetesi Sahibi, Önce Vatan Gazetesi Köşe Yazısı( Buradaki yazılarımı ONCEVATAN.COM adresinden okuyabilirsiniz. Her Cumartesi orada sizlerleyim.Selamlar...
Ad,Soyad: E.SEVCANE-mail: e_sevcan@hotmail.com Web Adresi: http://www.blogcu.com/esevcanca Mesaj: Babacığım her zamanki gibi yine çok kaliteli, emek dolu bir iş başarmışsın. Yüreğine ,kalemine sağlık.Ad,Soyad: Ali KÜÇÜKE-mail: alikucuk2000@hotmail.com Web Adresi: http:// Mesaj: Sevgili ŞAHAN: Yaptığın çalışmaların, harcadığın emeğe değdiğini,onbinlerin anlayacağı gün yakındır.Dünden bu güne Ülkemizin aydınlanması için hayatını ortaya koyan onurlu insanların yaşamlarını bu sayfalarda yine duruşlarıyla Atatürk Türkiyesi ve insanlığın aydınlanması için onur bayraklarını taşıyan kalamlerin yüreği ve dilinden almak ne güzel.Bu karanlığa bir mum da ben yakmak için uğraş veriyorum.Umarım başaracağız.SaygılarımlaAd,Soyad: DURSUN ÖZDENE-mail: poeta@mynet.com Web Adresi: http://www.odaksevgi.biz Mesaj: tarkana destanı tarkana kutsal ana kam dansında gün uzar bin yıla nayman ana saçları kızgın güneş, kırk yiğit orazlı başbuğ salkım söğüt sevi meleğim ayçörek, ay başlı demir tozunda ateş, tulumda kımız bembeyaz-lekesiz kısrak sütü özümüz altay'dan nurlu ışıkgöl'e yansır aksımız kızıl tuğ dalgalanır, baş eğip kurgan önünde ak başlı tay kurban olsun, aksakal bilge dervişe gülzara-ak gerdana kar düşer, serin seher çağında al yanağı benli-burmalı güzel, halhalı sekerek gezer bahar nakışlı gülen cilveli göz, süzüldükçe ırağı sezer hangi uçuk sevilere kapıldın, kaç destan yazdın tutsak ulu manas mankurt'u hüzmesiz, elma iç kurdu kör aksak güneş umut ağacında, kızıl bir elma gölgesine dökülen kan tarkana vadisi oğulları, kırgız kızları, gelincik başaklı yazları altay-al bir tay yelesinde özgürlük, dans ediyor ankaları kazları tek nefes türkü söyler çığlık çığlığa, yana yana-yan yana sazları şiirin soy ağacı gül ile can, gönül gözüm ağladı-aktım gram gram tutsaklık neyimize nevruz'da-ben özgürüm, zincirleri kıram kıram dursun özden 20 aralık 2005Ad,Soyad: dursun özdenE-mail: poeta@mynet.com Web Adresi: http://www.odaksevgi.biz Mesaj: can avar o an van gölü cana varın yanar canavar can cana avar avar ışıl ışıl balık sodalı salamura yanarken van gök sinerdi resme van gogh kınalı gelin eli-pürçekli dağ yorgun memeleri emer çocuklar canavar değil-camız başı kovuklar güz sarısı bal arısı-döl bereketinde bulut dağ yamaçlarında katmer katmer kirizma bir yıldız imecesi-urartu karızı kutsal nemrut ipil ipil saçı sakalı ağarmış-asker kaçağı-kart eski postalını ümüğünden astı-yırtık kartpostal "gereği düşünüldü" "görüldü" postaya verildi-sal "emperyalizm kağıttan kaplan" yarasa-kanlı çuval balkon sefası tanık-çamaşır ipinde sallanırdı kefen saray'dan almış rengini-al kan içinde acem yelken mavi yeşil kedi gözlü güzel-gölgesinde uyur gezer göl çıkmazında şehriban bakışlı şahmaran varken şer canavarı-su yatağında mahmuzlu gılgamış ezer şair-ateşle damıtılmış sevdaya-özgürlük şiiri dizer dursun özden 5 mart 2006