3 Nisan 2009 Cuma

Türk Dili Dergisi / Sayı 131 / Mart-Nisan 2009

SAYI 131 Bu sayımızda yer alan yazarlarımız ve yazıları
(Yazıların tümüne, dergimize abone olarak erişebilirsiniz.)

AHMET MİSKİOĞLU
Geçen Günler İçinde
ALİ DÜNDAR
Öztürkçenin Gücü ya da Açıklık Korkusu
PROF.DR. AHMET KOCAMAN
Türkçede Eşdizimlilik Üzerine Notlar
PROF. DR. MEHMET YALÇIN
Bir Serüven, İki Özür
CÜNEYD TANDOĞAN
Bir Sorgulama Denemesi (2)
MEHMET BAŞARAN
Atatürk Din ve Laiklik
PROF. DR. ÖMER DEMİRCAN
'Sıfat', 'ortaç-yantümcesi', 'ayrık-tümce' ile ilgili düşümsel yanılgılar
PROF. DR. SÜREYYA ÜLKER
Psalterion'dan Santura Yatuğan
ERHAN TIĞLI
Tutmak
EMİNE M. AZBOZ
Ateş Emziren Kadınlar
SABAHATTİN YALKIN
Çaylak Bir Şaire Mektuplar
YILMAZ ERSÖZ
Veri Güvenliği
MUSTAFA GAZALCI
Köy Enstitülü Yazar Musa Uysal'ın Ardından
OSMAN BOLULU
Deneme Üstüne
TURGUT ACAR
Eylül Bulutları
NEVRA BUCAK
Cici'nin Bibloları
ANAİS MARTİN
Çığlık
SİBEL GÜNEŞDOĞDU
Denizin Siyahında
İNCİ PONAT
Ah Muazzez Hanım Ah
AYTEN MADEN
Erik Ağacının Anıları
HASAN AKARSU
Yapıtlar Yazarlar
TANSU BELE
Yapıtlar Yazarlar
YILMAZ ÇONGAR
Yapıtlar-Yazarlar
ARAT OVALI
İki ayın içinden
Çiçek Yağmuru Yapıtlar

*****************************

Ateş Emziren Kadınlar / Emine M. Azboz

Son günlerde çok arttı çöpçatan - evlendirme- programları. İnsanlar kimi gün üzülerek, kimi gün ilgiyle, kimi gün acıyla, kimi gün merakla, kimi gün ibretle, kimi gün şaşkınlıkla, kimi gün öfkeyle izliyor programa çıkanları. Bu programlar yapılmalı mı? Kimi evet diyor, kimi hayır... Kim bu kadınlar? Ne istiyorlar?

Evlenmek... Evlilik... Bir erkekle bir kadının, aile kurmak üzere yasaca birleşmesi değil midir evlenmek? Her insanın en doğal hakkı, evlenip yuva kurmak, mutlu olmak, çoluk çocuğa karışmak. Evlenmek amacıyla televizyona çıkan kadınların ekranlara yansıyan yüzlerine bakıyorum. Neler görmüyorum ki o yüzlerde; kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabı; acılarımız, ayıplarımız, değer bilmezliklerimiz, günahlarımız, törelerimiz, geleneklerimiz, uğurlarına döktüğümüz kanlar... Karabasanlar çiziyor kadınlarımızın ekrana yansıyan yüzleri. Onları izlerken sıkıntıdan bunalıyor insan. Yanıyor yürekler.

Genelde utanıp sıkılarak anlatıyorlar niçin geldiklerini, neden evlenmek istediklerini, nasıl bir eş aradıklarını, evlilikten ne beklediklerini... Bir bir anlatıyorlar isteklerini ağır ödedikleri karşılığın ezikliğiyle. Kimileri sakınmasız, umursamıyor hiçbir şeyi. Ama kadınlarımızın ağlayışları gibi gülüşleri de içinden. Anlayan için bir dildir onların ezik ancak yürekli duruşları.

Eğilmiş kadınlar yaşamın üstüne, öz benliklerine; dünden bugüne, geçmişten geleceğe. O an'a değin yaşamdan paylarına düşen hem katık olmuş onlar için, hem azık. Ekrandaki kadınların kimi karanlık, kimi yıldızlı, kimi mutsuz, kimi gamlı, kimi aç, kimi nazlı, kimi çaresiz, kimi umutlu, kimi dertli, kimi neşeli, kimi sevecen, kimi bencil... Ama hepsi yaralı. Ben de varım dercesine geçmişi okyanusa dökmüş, gökyüzünde ağlamış, hepsi umut ardında... Birer mutluluk avcısı...

Dünden gelip bugüne uğrayan, geleceğe evrilmektir yaşamak. Onlar, toplumun hangi sosyal, kültürel katmanından gelirse gelsinler, hangi konumda olurlarsa olsunlar, yaşamada hep kadındılar, anaydılar, insandılar; sofradaki yerleri öküzden sonra gelse bile. Eş, ana, yurttaş oldular ama birey olamadılar. Erkeğin, törenin, geleneğin kölesiydiler çünkü. Birey olmak kolay değil. Bu bilgi, bilinç, ekonomik olarak bağımsız olmayı, kişilikli olmayı, varlığının bilincinde olmayı, yasal haklarını bilip kullanmayı, iki ayağı üzerinde dimdik durmayı, kendine güveni gerektirir. Oysa eğitemediğimiz kadınlarımız...

Yaşadıkları sürece yüklendikleri sorumluluk gereği hep onlardan istenilen de beklenen de özveriydi; kimliklerini, kişiliklerin, isteklerini, hatta özlerini yadsıma pahasına. Törelere adanmış kurbandılar çoğu kez. Eşleri de dahil kimse onlara ne istiyorsunuz, dememişti hiç. Yaşam koşulları ağırdı kaldırdılar; taşlıydı temizlediler; şiddetti katlandılar; gelenekti boyun eğdiler; töreye uyup ölmekse kaderleriydi sanki. Yanlış yaptılar. Tökezlediler. Bırakılsa düşüp kalırdılar. İtilmiş gündüzlerde çoğu ancak gece vardılar. Ama hepsi kadındılar. Hangi yaşta olurlarsa olsunlar sevdaya açıktılar. Çağrıldıkça geçici fısıltılara kandılar. Artık aranmayacaklardı. Gündüzden geceye korkuyla yatıp geceden sabaha umutla kaktılar. Kendilerine sunulan yaşamak istemiyorum demek haklarıydı, oysa yapamadılar... Yine de katlandılar her şeye. Kimseye, hiçbir şeye baş kaldırmadılar; yalnızdılar, güvensizdiler, arkasızdılar çünkü. Şimdi hepsinin ortak isteği, biraz sevgi, biraz saygı, bir parça güven, biraz güvenceydi; bir ev, bir araba, bir emekli maaşı, rahat bir yaşam. Nedense bir de inançlı olması... Hayret, çalışmaksa akıllarına gelmiyor! Çalışanlarsa yorgundular. Çalışmak istemiyorlardı artık. Evlenince, evinin kadını olmak, eşlerince bakılmak son dilekleriydi. Kiminin başına sardığı bir metre bez, tek referansı ve de yaşamdan beklentilerinin simgesi...

Geçmiş yaşamlarda biraz adam yerine konulsaydı kadınlar, ağrılı yaşamlarını mutlu, sevinçli sağardılar, dölsüz eğrelti yeşil kesilir, acıyı bal eğlerlerdi kuşkusuz. Kıskançtılar. Onurluydular. Ne toplum, ne eşleri ayrımındaydı varlıklarının. Bundan ötürü kopmuştular eşlerinden, uçmuşlardı yuvalarından. Öyle veya böyle baktılar ki başları hep öne eğiliyor, Amozonlar gibi hırçın atların terkisinde yalçın dağlara kaçtılar yalnız; yaşamak adına, umut adına, özüne sahip çıkma adına. Varlığa yokluğa, iyiye kötüye, boğaz tokluğuna, hatta aşağılanmaya dayandılar, lakin dayanamadılar yalnızlığa, kimsesizliğe, korunaksızlığa. Sırf bu yüzden çıkmıştı çoğu bu programa.

Akıllı kadınları seven, düşünen, az konuşan, o çok bilen, her yerde her zaman nazı çekilen kadınlar azdılar ekranlarda. Kültürlüsünü, birey olanı ara bulasın. Hepsi çok biliyor, çok konuşuyordu, sanki sonsuzluğa değin susturulacaklarmışçasına.

Çöpçatan programlarına katılanlar arasında öyleleri vardı ki, içlerinde aşkın döküntü bisikleti. Buğulu gözlerle bakarken hüzün uçurtmaları salıyorlardı gökyüzü stüdyodan. Sevgi yorgunuydular. Nereye gitseler, ne yapsalar umudun u'su, geleceğin ve güvenin g'si, sevincin s'si uçup gitmişti yüzlerinden. Yaralı ve çaresizdiler. Onlar için sisliydi gelecek. Tenha, gizli takvimlere taş kalemle yazmışlardı pişmanlıklarını, hatalarını, umutlarını. Gençliklerini yalım gibi geride bırakanlar, tahta atla geçtikleri dünlerden, elinde sadece bir gül kalmıştı; yaşanmışlıklarının tanığı olarak.

Kadınlar nehir gibidir. İkisi de sürükleyip götürüyor insanı. Nehir köprü istemez, kadın ihanet. Her şeye katlanır ama bunu onuruna yediremez. Düş çalarken suç üstü yakalanan çocuklara benziyor kadınlar. Onlar, kimliklerini, kişiliklerini yok sayıp ruhlarını gövde ambalajıyla sunuyorlar taliplerine. Yazık!

Güzeldiler ekranda; yüzleri değilse bile acılarıyla güzeldiler. Gittikleri yerlerde şiir diye söylenen. Kadındır yaşamı anlamlı kılan, güzelleştiren. Kadınların gitmesi yazın bitmesi gibidir, bir yerde de yaşamın bitmesi sanki. Kadın erkeği terk ederse, şair olur erkekler. Ya erkek terk ederse? Zavallı olur kadınlar, bir de... Terk edilmek, ihanete uğramak... Çoğu kez seslenir erkek oğul olduğum kadın, sakın beni terk etme, diye...

8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde Türkiye'nin kadınlarını seyrediyorum ekranlarda, çöpçatan programlarında. Ateşi emziren Satı Kadınlar düşüyor usuma, Nene Hatunlar... Mustafa Kemal'in kızlarını arıyor gözlerim, Cumhuriyet kadınlarını... İzlencelerde yoktular. Yoksa o güzel kadınlar, o güzel atlara mı binip gitmişler? Eyvah!

******************

Yönetim başında olanlar, aymazlık, sapkınlık ve üstelik hayınlık içinde bulunabilirler.
Dahası, yönetim başında olanlar, kişisel çıkarlarını yurdumuza girip yayılmış olan dış düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler.
Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin genç kuşakları! İşte bu ortam ve koşullarda bile ödevin Türk bağımsızlığını ve cumhuriyetini kurtarmaktır.

*

İktidara sahibolanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.
Hattâ bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhidedebilirler.
Millet, fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey türk istikbalinin evlâdı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır.

Hiç yorum yok: