3 Nisan 2009 Cuma

Reha Erdem’in son filmi

Cumhuriyet 03.04.2009
Sinemamızın sayılı yaratıcı yönetmenlerinden Reha Erdem’in ulusal ve uluslararası festivallerde nedense ödülsüz bırakılan son filmi gösterimde

Hayat hayata tutunurken


SUNGU ÇAPAN

Küçük bir kızın büyüme sorunları üstüne, 20 yıl öncesinin Rumelihisarı’ndaki o eski kırmızı tuğlalı kulede çektiği, öncü ve şiirsel nitelikteki ilk filmi A Ay’la (1989) kendine özgü bir yaratıcı yönetmen olarak gönül düşürdüğümüz Reha Erdem, o tarihten günümüze uzun fasılalarla çalışarak az ama öz film yaptı, Kaç Para Kaç (1998), Korkuyorum Anne (2004) ve Beş Vakit (2006) gibi. Başyapıt nitelemesini gerçekten hak eden Korkuyorum Anne’sini özellikle çok beğendiğimiz Erdem, gösterimde ikinci haftasını sürdüren son eseri (şimdilik beşinci filmi oluyor) Hayat Var’la bu kez boğazın öte yakasına geçip Anadoluhisarı-Göksu’daki döküntü bir evde, görünürde balıkçı babası ve oksijen tüpüne bağlı, yatalak dedesiyle yaşayan, yeniyetmelikten kadınlığa geçişin sancılarıyla Lolitamsı halleri içindeki, yoksul, pasaklı, suskun ama hayata sıkı sıkı tutunmaya da çabalayan bir kızın büyüme ve yetişme sorunlarına el atıyor yine ve yeniden. İstanbul cangılının her nasılsa hâlâ betona boğup doğal güzelliğini bozamadığımız, kıyıda köşede kalmış, cennet gibi mekânlarını bulup seçerek layıkıyla kullanan Erdem, sevgiden ilgiden yoksun, okulunda dışlanan, hayatın darbelerini yedikçe içine kapanarak hıncını bahçedeki tekmeleyip durduğu hindisinden çıkaran, masumiyeti gitgide kirlenen kahramanı Hayat’ın (Elit İşcan) dünyaya bakışı va hissiyatı üzerinden anlatıyor 14 yaşın engebeli arazisinde geçen travmatik hikâyesini, bölük pörçük pasajlar ve kolajlar halinde. Askerdeki babasını bırakıp bir erkek kardeş doğuracağı, küt kafa bir polisle ikinci evliliğini yapan annesi (Banu Fotocan) arada bir uğrayıp sözüm ona ilgileniyor uzun saçlarını kesmek istediği kızıyla. Tekdüze bir yoksulluk ortamında, çevresi çoktan kaybetmiş yetişkinlerle kuşatılmış, derme çatma bir düzende ve ensest imalarından geçilmeyen, habire hamsi, rakı, sigaraya talim edilen, sevgisiz bir ailede var olmaya çalışan bu uyumsuz kara ördek yavrusunun babasıysa (Erdal Beşikçioğlu), boğazdan geçen, irili ufaklı tankerlerdekilerin kadın, uyuşturucu, vb. gereksinimlerini gideren, kaçak viski, içki gibi yasadışı işlere karışmış, karanlık ama sevecen bir küçük üçkâğıtçı. Kızına, tekrarlarıyla seyirciyi sinir eden, şarkı söyleyen, kırmızı bir bebek de hediye ediyor.


KARAMSAR VE KASVETLİ...

Fındık kabuğu kadar küçük teknesiyle büyük gemileri sollayıp denizi yararak tan vakti, sisler içinden çıkageldiği evine oldukça az uğrayan babacık, kızını sık sık lezbiyen komşu Kamile ablaya (Handan Karaadam) emanet ediyor ancak hayvan seven, bu komşu teyzenin tacize varan, sürekli ilgisinden mustarip aslında Hayat. Sürekli öksüren, çıkarcı, ağzı bozuk dedenin evdeki kaprisleri bir yandan, çökmüş eğitim sistemimizin hali pür melalini gözler önüne seren, okuldaki adaletsizlikler öte yandan, her şeyin üstüne üstüne geldiği ve çevresiyle konuşmaktan çok gitgide hırıltılı-mırıltılı, tepkisel bir iletişim kuran, bebek kardeşi gibi parmağını emen Hayat’ı nerdeyse ruh hastasına çeviriyor bütün bu kuşatıldığı olumsuz koşullar. Kamile ablanın yanı sıra, ısrarla babayı arayıp duran meczup ağbi (Nebil Sayın), tecavüzcü bakkal amca gibi yan tiplerin de boy gösterdiği filmde, zaman ve mekândan soyutlanmış, karamsar, kasvetli bir atmosfer kuruyor yönetmen, tıpkı önceki işlerindeki gibi.


SERT, HAZMI ZOR BİR FİLM

Gündelik yaşamda tanığı ve kurbanı olduğu tüm adaletsizliklere, sevgisizliklere karşı suskun direnişiyle bir an önce büyüme çabası içindeki bu küçük kadının ona kesik, türküler çığıran, Fener taraftarı, yanık sesli, Kürt çırak oğlanla (Erhan Tekin) bir çeşit çıkış ve başkaldırı coşkusu içinde motora atlayıp denizi yara yara rüzgâra karşı canavarımsı kocaman şileplerle yarıştıkları, mutlu sonumsu bir finale bağlanan Hayat Var, sancılı bir büyüme döneminin aşamalarını gözümüze sokuyor. Bu kez her şeyi anlatmamayı seçip seyircinin beklentileriyle oynamayı yeğlemiş, genelde anlam yaratma peşine düşmüş yönetmen, kimi tekrarların özellikle vurgulandığı, boşluklu bir yapıda, gevşek bir tarzda kurulmuş filmde dillendirilmeyen çok şey seyircinin algılamasına bırakılmış. Tanker homurtusu, uçak uğultusu, canhıraş sirenler, martı, karga çığlıkları ve Orhan Gencebay, Mine Koşan şarkılarıyla bezeli soundtrackiyle görsellik kadar seslerin de ağırlık kazandığı Hayat Var, vıcık vıcık arabesk hissiyatlar yayıyor.

Sakız gibi yapışkan duyarlıklar, malumu ilam, tekinsiz durumlarla sürerek her an kızın başına bir iş gelmesini ya da onun sözgelimi astımlı dedesine bir kötülük yapmasını beklediğimiz film, konusundan anlatımına, çerçevelemelerinden montajına, görselliğinden seslerine kadar belirgin bir ustalığın ürünü sonuçta, ortalama seyirciyi yer yer kıvrandıran, huzursuz, rahatsız eden bir yaratıcı yönetmen eseri. Önce yadırgatıp sonradan koyan, sert, hazmı zor bir film.

Cumhuriyet 03.04.2009

Hiç yorum yok: