3 Nisan 2009 Cuma

Şiirler / Bekir Koçak

Yıldız Yavrusu


Yıldız Yavrusu
ok yaydan çıktı
söz ağızdan
toplayıp getirmek zor
izlenen bunca rezillik
güzellik teri yüzünde
nefesi kesik


göremeyecek bizi
sesi ayıbından ağır
sayfalara dökmüş geçmişini
geçmişi karanlık
kuşaktan kuşağa düştü kederimiz
yansıyan ışığını aynaların
çoğalan yaz sandık

yaşam ağacı öksüz
yaprakları erken sarı
kısıs üzre budanan acı
düşer üstümüze
yorgun güvercinler göz göze
uçar sonsuzluğa


sinsi bir intiharın
koynunda bulduk seni
başucunda gece
gülüşün acemi
başına buyruk
gülümser yıldız yavrusu
ay ikize gebe


nöbete durmuş töre
alışkın yakmaya saçı
kınası haramdır
hızma üstü gölge
ele güne karşı
tutsaklıktır zaman
gözbebeğinde çölün
perişan küheylan


akan sular durur
üç damla yaş yanağında
sevgi sabırlı ana
alır başını gider ıslık
üç yerimde mermi
beyaz giymese iyi olu
yetimdir ecele karşı
ne kimse tanır
ne hesabı sorulur


Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=7013&page=2


Dilimdeki Sancı


suya bırak beni
ateşe bırak
alnına düşür demirin
çiy damlası kirpiklerin
güzelliğine koy
külü geç güle bırak

yalvaçlar gönderme günahlarıma
işim yok seninle tanrım
aldandım her seferinde
ellerimi aldı ateşin
geceler düştü korkularıma
kırık tabletlerde kaldı terim
ekmeğim elde

oyalandım kayaların resmine
renksiz çizdim dilimdeki sancıyı
yeşerttim ekini
güzellik güldüm
karardım zeytin
ekşidim üzüm
kuşları uçtum zamana
esrik günlerim oldu

ne sevmek
ne şehvet günahtı
upuzun sunaklarda
kırıldı virgülün dalı
noktanın derdi “ah”tı

ne varsa alnımda benim
incinen saçlaramda
sahipsiz canlı cansız
bakmadan çoğa aza
tutsağı oldum aykırı sesin
“yarin yanağından gayri”
her şey herkesin
olsun istedim


Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=7014&page=2

sav evecen bulutları


onların bittiği yerdi çoğaldığımız
ağacın dalına küstüğü
gülün rengine sustuğu
bıyık altı gülümseme
geçmişin kanını soludukça deniz
yerimiz yurdumuz belli
kayıplardan değiliz
ortalıktan çekilince el ayak
ihanetin yüzü kırıldığımız
suya sabuna dokunmaktan farklı
gökten iner gibi adımız
anası yitik sözcüklerin
harf emziren mürekkep
geçmişe seslenirken hep
kaldık işte çırılçıplak
tümcenin gözlerinde sis
yurdumuzun yuvamızın kazası
yabana çekilen kıyak
sav evecen bulutları
“tan” al kuşları bekle
taşın gediğinde işler
bundan böyle
kan katran gece
“memed’im memed”
iki adım ötesi ölüm nöbeti
o memed’in bağrında karabasanlar
bu memed’in gecesinde şömine
dağ başı yıldız kümesi
işaret fişeği gözleri
göç hazırlığı değil
değişen gün
elinde viskisi gece memed’in
onlar ve biz
harita büyüklüğünde dünya
varsıl yoksul ayrımı
sevgiyi besleyen analar
binlerce ayet buyruğu tanrıdan
kapadıkça gözlerimizi
tanrı yanımızda
açtıkça gözlerimizi
acılar bağrımızda
dilinde şehvetin tadı
ihanet (e) bozulan niyet
günah kitapları baş ucunda
kuş tüyü yataklar sıcacık
ne yolcu umrunda onların
ne hancı
yarı aç yarı tok memleket

adı neki
adı ahmet
karın tokluğu değil uşaklığı
soros zakkumlu bahçe
bizimki değil o
bizimki kızılcık şerbeti


yâr kaygısı
“bir lokma bir hırka”
ocağında incir ağacı
ağıtlardan kalan acı
camın önünde başka
ardında başka
iftira yorgunu yanağı
gece yarısı baskınlar
meteor basması dünya
ip boğumu
ihtilâl artığı
düşünden uyanan tanrı
bir eli kırık camda
ten çizer diğeri
gölgeler ürperir
sözcükler lâl
dilimiz kızgın demir
“tan” al
sev evecen bulutları
taşın gediğine eğil
çetin işler işiniz değil
“bir eli balda
bir eli yağda”…
cennetin uşakları onlar
neo liberal
vakitsiz esen rüzgarlar
dağıtır odu ocağı

ne alırsan al
her alan kendine pazar
yaban boyunduruğu
alı al moru mor bayraklar
süsler tablosunu ihanetin
yaşamın ağırlığı
hısım akraba
yoldurmuş tüyü teleği
sırıtır çöplüğünde
neo liberal
yolumuz ışımaz ampullerle
çağları delen çentik
suları köpürten harita
gönül saksımızda bizim
yıkanan gün ışığı
alın teri ve namus
yarınımız
doyan karnımız
sosyalizm

Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=7487&page=4

ekin-sanat/ocak sayısı


Ad Olduk Aydınlığa

yağmurun damlası yok havada
gümüş renkli kanatlar
arar atını bulutların
sonraya kalsa da
bakır rengi ayın
davete çağrılan insan
yaratır güzelliğini
buharı üstünde çayın
ulaşır harmanına

süren alışkanlıklar
horona duran gün
pusatı elinde yarın
asit yanığı beden
tutsak rüzgar
vurgun su
sesidir fabrikaların

parkların sağırlığı
sendeleyen yapraklar
kuş kovalar
fil ürkütür
hüzne boğulur aşkı
kanar zaman
ten küser
karışanı çok mekanda
biri kalkar bini düşer

sorgulanan çim
yakılan çiçek
susan susana şimdi
yaşamın gerçeği
ihaneti taşır içinde
donar kalır ellerimiz
biz
yalanın çekirdeği değiliz
sesimiz sarınca evreni
birlikte güleceğiz

küf rengi zorba
sabrına yenik kurşun
gözü köstebek
hızı rüzgar
görünür göğün camından
ruhlarda beslenen intihar
ayrılık telaşı gülümseme
vurulur düşer eşiğimize
bu utanç bize yeter

susma dedin susmadık
yürüdük çığlığına
taşındık gözlerine
ad olduk aydınlığa
dizildi boğazımıza dün
ateşine yandığımız gün


öğrendik heceleri
aşkın zoru
elenen kum
yorulan korku
emeğe yazılan tümce
dağıttı pusuları

doğanın hırsı mı
akrep yası mı
uçurum kaygısı yaşam
direnci ağlayan dehliz
sesini okşayan kadınlar
bakarak izlerine
doğanın insana
insanın doğaya
ettiğini anlar

herkes her şeyden haberdar
sabahı bekleyen kuşku
kabuk bağlayan yara
kendine asi kapan
siz ve biz
uzakta korna sesleri
doğarken ölürken kimsesiz
hasretin kahrına ortak
neresine teğetse evrenin
sesimiz merkezden duyulacak

küskün sayılır
akşamın hapsinde
adını devrim koyduğumuz insan
anne sıcaklığı
erken sabah
ayın ayazında
moru eski yalazın
alevi patlayacak
çığır türkünü yoldaşım
sustukça biz
bizi kim anlayacak

londra küstü
newyork sustu
kan içinde kesilen parmak
yurdum yuvam
onlara göre öksüz
hesabın yanlışı özde
azalmadık size karşı
umudu olduk yazan elin
düşünen beynin
anlayacak bunu elbet
okyanus ötesindeki adam


Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=7546&page=3

Bekir Koçak

GECENİN YIRTILAN SESİ

bizi sizden sorarlar
sorarlar bizi
sorarlar bizi
yaşamın takviminde
yorulan sözcükleri
bozulan çarkı
burcu burcu kokuyu
mahmur gözde uykuyu
güneşi gökyüzünü
sorarlar
sorarlar
sorarlar

başkasının korkusu
korkusu başkasının
korkusu başkasının
hangi kuytularda saklanır
gerek yok hoşça kala
ölüm bizi tanır
yar yüzünde
sevdalarda
aşklarda
ışkın süren dallarda
ölüm bizi tanır

kırım sayılır aç karınlar
aç karınlar
muhtaç karınlar
sarsılan yeryüzü
kaçıncı kırığında fayın
böler uykuları
dağ uyanır salkım saçak
çocuk uyanır
dar gelir köşe bucak
dar gelir
dar gelir
dar gelir

yüz göz olan
kem söz olan
gecenin nakşı
çığlığı tez atlılar
ele güne karşı
arzın merkezi
küf rengi çamur
kaynayan deniz
dili suskun
dili biz
hüznü vurgun ayrılıklar
üşüyen kucak


yırtılan gecenin sesi
gecenin sesi
şaşkın düşer surlara
şavkı yavan bir an
alnın ortası bulut
aranan adam
yüzün senin olsun
keşkeler senin
hoş geldin sularında
ötesinde sezginin
kol kırık sayılsa da
yen içi ayıp
sorunları saklayıp
kolay mı yarınları kurmak

geç vakit
geç vakit
önü kesilen biziz
afişlerde resmimiz
kıyılan vurulan
ülke ülke savrulan
tarihin hükmünde
bitmeyen öfke
zindandan mezara
birileri peşimizde
yürüyor sinsice

yel eser yol incelir
yol incelir
söz usanır nazından
incecik nar dalına
uzanır ağır aksak
yoldaş arar direncine
yaşlısına gencine
umutlar sağılır
sürgün can borcu değil
emek emek
bellek bellek
zora karşı bilenmeli
inmeli alanlara
alanlara inmeli

Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=8015&page=3

Ekin-Sanat Dergisi

Bekir Koçak

GECENİN YIRTILAN SESİ


bizi sizden sorarlar
sorarlar bizi
sorarlar bizi
yaşamın takviminde
yorulan sözcükleri
bozulan çarkı
burcu burcu kokuyu
mahmur gözde uykuyu
güneşi gökyüzünü
sorarlar
sorarlar
sorarlar


başkasının korkusu
korkusu başkasının
korkusu başkasının
hangi kuytularda saklanır
gerek yok hoşça kala
ölüm bizi tanır
yar yüzünde
sevdalarda
aşklarda
ışkın süren dallarda
ölüm bizi tanır


kırım sayılır aç karınlar
aç karınlar
muhtaç karınlar
sarsılan yeryüzü
kaçıncı kırığında fayın
böler uykuları
dağ uyanır salkım saçak
çocuk uyanır
dar gelir köşe bucak
dar gelir
dar gelir
dar gelir


yüz göz olan
kem söz olan
gecenin nakşı


çığlığı tez atlılar
ele güne karşı
arzın merkezi
küf rengi çamur
kaynayan deniz
dili suskun
dili biz
hüznü vurgun ayrılıklar
üşüyen kucak


yırtılan gecenin sesi
gecenin sesi
şaşkın düşer surlara
şavkı yavan bir an
alnın ortası bulut
aranan adam
yüzün senin olsun
keşkeler senin
hoş geldin sularında
ötesinde sezginin
kol kırık sayılsa da
yen içi ayıp
sorunları saklayıp
kolay mı yarınları kurmak


geç vakit
geç vakit
önü kesilen biziz
afişlerde resmimiz
kıyılan vurulan
ülke ülke savrulan
tarihin hükmünde
bitmeyen öfke
zindandan mezara
birileri peşimizde
yürüyor sinsice


yel eser yol incelir
yol incelir
söz usanır nazından
incecik nar dalına
uzanır ağır aksak
yoldaş arar direncine
yaşlısına gencine
umutlar sağılır
sürgün can borcu değil
emek emek
bellek bellek
zora karşı bilenmeli
inmeli alanlara
alanlara inmeli

Bekir Koçak
http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=9494&page=3

ekin-sanat/ocak sayısı

İNCELEME:
Yannis RITSOS
ÇAĞIN EN BÜYÜK OZANI*


Hüseyin YILMAZ


Hitler, Mussolini, ****ksas ve Franko gibi korkunç diktatörlere şahitlik eden 20.yüzyıl Nazım, Aragon, Neruda ve Ritsos gibi devrimci ozanları da yaratmayı başarabilmiştir.
İnsan ile toplum arasındaki ilişkileri, tarihin içinden süregelen değerleri, analitik bir yöntem izleyerek çözmeye çalışan toplumcu-gerçekçi şair ve yazarlar; temelde rekabete dayalı piyasa ekonomisi üzerine kurulu, hukuk, etik, politik ve kültürel yoz-anamalcı düzenin yurttaşlar arasında yarattığı eşitsizlikleri-sömürüyü ona ayna tutmak, yansıtmak amacıyla değil, ancak buna neden olan düşünce sistematiğini ve onun savunma mekanizmalarını; yüzyıllardır süren ezilen halkların yazgısını değiştirmeyi amaçlayan ürünler vermişlerdir.
Önceki yüzyılda Hegel’in baş aşağı duran idealist soyut diyalektiğini ayakları üzerine indirerek onu somut bir nesnelliğe dönüştüren Marx’ın maddeci görüşü bütün dünyada yeni bir toplum düzeni kurulabileceği umudunu yeşertmiştir.
“Sanatın kaynağı özgür, organik bir toplumsal yaşamdadır. Baskı ve korku, kölelik ve zorbalık sanata düşmandır. Romantizmi keşfeden burjuvazi gerçeği ülküselleştirerek çarpıtmaktadır.” diyen Marx bu sanat akımını salıklamıştır.
İnsan hayatının tarihsel değişiminin ve dönüşümünün başlamasıyla, o ana kadar birikmiş olan aktörenin çatışması kaçınılmazdır. Kişisel çıkarlarını bir yana bırakarak toplumsal kaygılar gütmeye başlayan insanı ruhsal ve fiziksel olarak tüketen koşullara karşı başkaldırmayı, direnmeyi örgütleyen ve romantizmin sonunu getiren akımda gerçekliğin algılanışı ve ürünlerde yansıtılışı da çağa, uluslara ve toplumsal gelişmelere paralel olarak değişkenlik göstermiştir.
“ Şairi, şiir yazmaya, kendi özgün yapıtını yaratmaya çağıran şairlerdir, başka şairlerin yapıtlarıdır” diyen Mikel Dufrenne gelince aklımıza, etkilendiğimiz şairleri sıralarız hemen.
Aragon’un “şiirlerini ilk kez okuduğumda gözlerim doldu” ve o “yaşadığımız çağın en büyük ozanıdır*.”dediği ünlü Yunan şairi Yannis RITSOS’tur, kahramanımız.




Kendini toplumcu savaşıma adamış, kuşkuyu, düşmanlığı ve mutsuzluğu inatçı bir reddedişle iktidar odağına yönlendirmiş bir sanatçı, John BERGER’e göre Mayakovski gibi temelde siyasal bir şair.
Kitapları Atina’nın Zeus Tapınağı sütunları arasında Marx ve Gorki’ninkilerle birlikte yakılmıştır.



1927–30 yılları arasında yazdığı ilk şiirlerindeki didaktizm ve güzel söz söyleme özentisinden kurtularak halk dilinden saf bir lirizm yaratmıştır. Tarihsel ve mitsel konuları irdeleyen, eğretilemelerle örülü şiirlerinde yaşadığı coğrafyanın tarihini yurtseverlik duyguları içinde işlemiştir. Hem de “Yunanistan’ı hümanizmanın vatanı olduğu için severim. Kendi dilimle konuşmadığım zaman duygu ve düşüncelerim yoksullaşır. Her ozan bu tedirginliği duyar. Nazım’da öyleydi. Yazabilecek kadar Fransızca ve Rusça bilmesine rağmen Türkçeden başka dil kullanmadı.”diyebilecek kadar ve Nazım’da Angina Pektoris şiirindeki dizelerinde onun ülkesinin yazgısına göndermede bulunur:

Sonra her şafak vakti, doktor, kalbim
Yunanistan’da kurşuna diziliyor.

Ritsos, Nazım’a adağı Bir Ad Müzik ve Evrene Dönüşünce şiirinde şöyle seslenir:

Kardeşim Nazım
sen ki bir kadeh şarap
ve güzel bir kadının diziyle
üzerinde sevdanın halk bayrağı
dalgalanan bir deniz köşesiyle
ufukları ağartır
bir pencere açarsın
her şeyin yok olduğu yerde
ve tepelerden taşlar yuvarlanırken keyifle
kayıklara kadar
sokak fenerinin altında
bir köpek düşlere dalar
******
Özgürlük ki adlarından biridir senin

Özgürlük sevdalısıdır Ritsos. Aynı adlı şiirinde Freud’yen bir yaklaşımla varlık olarak insanın üst-bensizliğine vurgu yapar:


Burada çiftleşti o mağrur atlar,
sevgiye ve babalığa bağlanmaksızın. Sınırsız
bir kişnemedir ufuk. Diz çökmek
bağışlanma getirmez bu tepede.

Sonraki dönem şiirlerinde ise ana tema olarak “hayatı ve ölümü” işleyen ozana göre “yaşamın bir sonu vardır, bundan kaçınılmaz, ama aslında bu bir son değil tersine yeni bir başlangıçtır: diyalektik ve tarihsel materyalist ilkelere göre her varlığın kendi özünde kendi karşıtını taşıması gibi, ölümle-hayat arasında eytişimsel bir bağlantı vardır.” Son İstek şiirindeki dizelerde ne güzel dile getirir bu durumu.

Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum, diyor,
işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum.
Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum, ben varım;
dünya var.
Bir ırmak akıyor serçe parmağımın ucundan,
İlk gerçek oluyor bu arılık, bu benim son dileğim.

Kadınlar, onun şiirinin temel taşlarından biridir. Her şeyden önce annedir kadın, üreten, yaratan. Toprağa benzetir dişiliğini. Kadınlar ki; kardeşimiz, yârimiz.
Siyasal çalkantılar içindeki ülkede; askerlerin yurttaşları düzene karşı yakınlıkları açısından beş dereceye ayırdıkları, en iyi beşinci derecenin ise düzeni yıkmaya çalışmayan ama düzenle zar zor iyi geçinenler şeklinde sınıflandırdığı bir dönemde işkenceyi, tutuklamaları ve idamları görmezden gelemeyecektir. Onurlu, kardeşçe eşit ve barışçıl bir dünyanın yaratılması üzerine düşünürken bir aydın hastalığı olarak ta bilinen veremden sanatoryumda yatıyordur.
Sanatçı kişiliğinin oluştuğu iki dünya savaşı arasındaki yıllarda gerek şiirdeki gerekse düz yazıdaki eğilimin içe dönük olduğu söylenebilir. O dönemin baskın yönelimlerinden biri de dışavurumculuktur. Peter SELTZ’in “Görünen şeylerin ardındaki derin duygusal gerçekliği bulmak için kapsamlı bir araştırma, sanatçının kendi öznel tepkilerini gözleyerek bulduğu ve daha sonra izleyende benzeri bir tepkiyi uyandırmak için uygun ve eşdeğer biçimsel bir araç oluşturduğu bir gerçeklik” biçiminde tanımladığı dışavurumculuk. Yalnız dışavurumcu değildir RITSOS, çeşitli üsluplar deneyerek ilerlemesini sürdürmüştür. Mayakovski’nin fütürizmi de bunlardan biridir. Onun şiirleri ideal olanı gerçek, gerçek olanı da ideal hale getiren şiirlerdir.
Ailesi adeta lanetlenmiş gibidir. Maruz kaldığı acılara dayanamayıp kendini öldürmeyi düşünmüş, şiire ve devrimci ülküye tutunarak bunu aşabilmiştir. Siyasal düşünceleri yüzünden 1948/1952 yılları arasında Ege’deki adalarda tutuklu kalmıştır. Doğru dürüst bir tahsili ve işi olmamıştır.
Onun şiirinin büyüklüğünü ortaya koymak için Yunan halkının yarım asırlık özgürlük savaşımının, umutlarının ve hayal kırıklıklarının sesini günümüze kadar taşımasındaki başarıda bulabiliriz. Bütün yeryüzü insanına adadığı 1953 yılında lirik tarzda yazdığı Barış şiiri yakın tarihe ışık tutan ve insan eliyle yaratılan felaketlerin nasıl ortadan kaldırılabileceğini anlatan/betimleyen bir şiirdir.

Bir çocuğun gördüğü düştür barış
******
Arabanın yolda durmasının korkutmadığı
Kapı çalınmasının dost demek olduğu
******
İnsanların sıkışan elleridir barış
Dünyanın masasındaki ekmektir.
******
Kardeşlerim!
Barış içinde derin derin soluk alıyor
Tüm dünya düşleriyle
Verin ellerinizi
İşte budur barış.

1967 yılında yönetime el koyan Albaylar Cuntası tarafından tutuklanıp Yaros adasına gönderilen şairin bütün eserleri tekrar yasaklanmıştır.
Bir süre sonra Leros adasındaki Siyasal Sürgünler Kampına gönderilmiştir. Birçok ülkenin aydınlarının, yazar, sanatçı ve politikacılarının imzaladığı bildirilere dayanamayan cunta Karlovassi’deki evinde kimseyle görüşmemek ve yazışmamak şartıyla gözaltında yaşamasına izin vermiştir.
Dünyanın ozana gösterdiği ilgi yüzünden cuntanın başkan yardımcısı Stelios Pattakos onu Atina’ya getirterek görüşmek istediğinde aralarındaki diyalog bir soru ve cevaptan ibaret olmuştur:

—Pattakos: Siz bir ozansınız. Niçin politikaya karışıyorsunuz?
—Ritsos: Bir ozan ülkesinin en büyük yurttaşıdır, işte bu yüzden de politikayla ilgilenmek onun görevidir.
Ozan halkın gözü kulağı, vicdanı ve dilidir; gerçekliği taşıyıcı, yansıtıcı ve bilinçlendiricidir. Manevi olarak önderidir onların. Çünkü sadece kendi adına değil, halkı ve bütün bir insanlık içinde konuşur. İnsanlarıyla birlikte acı çeker ve onlarla birlikte katlanınca bütün zorluklara, güvenlerini kazanırsa bu görevi layıkıyla üstlenmiş olacaktır.
Cunta artan ününe ve yurtdışından gelen davetlere dayanamayarak ona pasaport vermiş ama o yurtiçinde kısıtlanan özgürlüğünü protesto etmek amacıyla bunu kullanmamıştır.
Şiirlerinde umutsuzluğa yer yoktur. Ona göre ozan karanlıkta görebilen insandır. Şiir ise ozanın serüvenidir, yakalanamayanı, dile gelmeyeni ele geçirmektir. Şiire erişmek için çok, çok çalışmalıyız diye öğütler söyleşilerinde. “Ancak bu şekilde kendimizi keşfederiz, kendimizi keşfettikçe evreni de keşfederiz.”der.
Şiirlerindeki teatral kurgu gücü bize çevremizdeki her şeyi görsel olarak resmetmemize olanak tanır.
“Ozan duygu ve düşüncelerini şiir üzerine konuşarak değil, şiir yoluyla dile getirmek zorundadır” diyen Ritsos, şiirlerinde gündelik hayatın sıradan akışındaki ayrıntıları ve insanla eşya arasındaki nesnel ilişkiyi dile getirir. Yalınlığın Anlamı şiirininilk dörtlüğü bunun en güzel örneğidir.

Yalın şeylerin arkasına gizleniyorum beni bulasın diye;
beni bulamazsan, eşyayı bulacaksın,
elimin dokunduğu şeylere dokunacaksın,
parmak izlerimiz karışacak birbirine.
Şiirlerindeki dizelerin yapısı incelendiğinde kullandığı noktalama işaretlerinin okuyanı belli bir ses tonuna şartlandırdığını Birden şiirinde görebiliriz:

Sessiz gece. Sessiz. Ve sen vazgeçtin
beklemekten. Neredeyse dingindi her yer.
Birden, orada olmayan kişinin o canlı
Dokunuşunu duydun yüzünde. Gelecek.
Sonra kendi kendine çarpan panjurların sesi.
İşte rüzgârda çıktı. Ve biraz ötede,
kendi sesinde boğuluyordu deniz.

Onun şiiri fabrika bacalarında tütmelidir, sokaklarda savrulmalı, zalime meydan okumalı ve insan varlığına karşı olan ne varsa ona başkaldırmalıdır. O yıllarca şiirin yalnızca entelektüeller tarafından değil, tersane işçileri, balıkçılar ve taksi şoförleri tarafından da bilinmesi gerektiğinin özlemini duymuş ve bunun memleketinde gerçekleştiğini görmüştür.
Alman işgalini, İngiliz müdahalesini, İç Savaşı ve Albaylar Cuntasını görmüş militan bir devrimci olan ozana dünyanın en prestijli ödülleri layık görülmüştür. Ömrünün sonuna kadar resim yaparak ve şiir yazarak yaşamıştır. Çünkü bu onun varoluş biçimidir.





Kaynak

Erdoğan ALKAN- Gerçekçilik-Varlık Yayınları
Özdemir İNCE, Herkül MILLAS, İoanna KUÇURADI -Şiirler-Varlık Yayınları
Özdemir İNCE- Şiir ve Gerçeklik-İş Bankası Yayınları
Cevat ÇAPAN-Bütün Şiirlerinden Seçmeler-Kavram Yayınları
Emin ÖZDEMİR-Türk Dili Dergisi-Ocak/1981, Sayı:349

http://www.bluemirrow.com/showthread.php?t=7546&page=3

Hiç yorum yok: